Kirli Oyunlar ve Mü’min Firaseti

Kirli Oyunlar ve Mü’min Firaseti
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: İster ülke içinde, isterse ülke dışında ortaya çıkan
şiddet ve terör hâdiseleri bahane edilerek Müslümanların toptancı bir yaklaşımla
zaman zaman kamuoyu nazarında maznun durumuna düşürülmek istendiği görülüyor. Bu
tür hâdiseleri nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu hâdiseler karşısında mü’mince
tavır nasıl olmalıdır?


Cevap: Hemen başta ifade edeyim ki, ben, bu tür
hâdiselerin, Müslümanların oluşturduğu bir organizasyon tarafından planlanıp
tasarlanarak gerçekleştirildiğine hiçbir zaman inanmadım. Zannediyorum
hâdiseleri bir bütün hâlinde, başı-sonu, önü-arkasıyla, önyargısız ve insaflı
bir şekilde tahlile tâbi tutan her akl-ı selim sahibi kişi de benim bu inancımı
paylaşacaktır. Zira doğudan batıya, kuzeyden güneye dünyanın değişik
bölgelerinde gerçekleşen ve Müslümanlarla irtibatlı gibi gösterilmeye çalışılan
hâdiselerin figüranlarına bakıldığında, bu figüranların, her ne kadar isimleri
Müslüman ismi olsa da, dünyayı kendi zihniyetlerine göre şekillendirmek isteyen
şer şebekelerinin, belli güç odakları ve servislerin, oynadıkları satranç
oyununda kiraladıkları kanlı katil veya ilaç içirip iradelerini ellerinden
aldıkları, düşüncelerini felç ettikleri robotlaştırılmış hasta ruhlar oldukları
görülür.


İslâm Asla Teröre Cevaz Vermez


Meselenin İslâm’la irtibatlandırılmasına gelince, bilinmesi gerekir ki, daha
baştan İslâmî esaslar bu tür hâdiselerin yapılmasına asla müsaade etmez. Evet,
Müslümanlık hakkında sathî seviyede, şöyle böyle malumatı olan bir insan dahi
bilir ki, hiçbir Müslüman, ülkesi işgal edildi veya hürriyeti elinden alındı
diye kalkıp tek başına savaş ilan edemez, hürriyet mücadelesi deyip masum
insanları hedef alamaz. Böyle bir anlayışı, Müslüman mantığı ile telif etmek
mümkün değildir. Dinimizde harp, ülke çapında, bütün bir milletin organizasyonu
ile ve ancak belli kurallara bağlı kalarak gerçekleştirilebilir. Hiç kimse,
kafasına estiği gibi, ulu orta, dinin koyduğu esas ve disiplinlere muhalif bir
şekilde bir mücadele şekli ortaya koyamaz. Bu açıdan daha önce nice kere ifade
ettiğim hususu müsaadenizle bir kez daha ifade edeceğim: Terörist, Müslüman
olamayacağı gibi, Müslüman da terörist olamaz. Mutlak zikir kemaline masruf
olduğundan, biz burada, “terörist Müslüman, Müslüman terörist olamaz” derken,
Müslümanlığın özüne ve ruhuna açık olan bir insanın, böyle bir işi yapmasının
mümkün olmadığını anlatmak istiyoruz.
Eğer bir insan Müslüman olduğunu
söylediği hâlde bu işi yapıyorsa, onun Müslümanlığında İslâm’ın esas ve
prensipleriyle telifi mümkün olmayan bir eksik ve gediği var demektir. Maksadımı
ifade adına, Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) başka bir
konuyla alakalı beyan buyurduğu bir hadis-i şerifi nakledeyim. İnsanlığın
İftihar Tablosu (aleyhissalâtü vesselâm) buyuruyor ki:

لَا يَزْنِي الزَّانِي حِينَ يَزْنِي وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلَا يَشْرَبُ
الْخَمْرَ حِينَ يَشْرَبُ وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلَا يَسْرِقُ السَّارِقُ حِينَ
يَسْرِقُ وَهُوَ مُؤْمِنٌ

“Zina eden mü’min olduğu sürece zina etmez,
hırsızlık yapan mü’min olduğu sürece hırsızlık yapmaz, içki içen mü’min olduğu
sürece içki içmez.” (Buhari, Eşribe 1) Bu hadis, inanan bir insanın, imanın
şuurunda iken zina, hırsızlık yapmayacağını, içki içmeyeceğini anlatıyor. Başka
bir ifadeyle, hadis-i şerif; zina eden, hırsızlık yapan, içki içenin en azından
bu günahları irtikâp ettiği esnada hakiki mü’min olmadığına dikkat çekiyor.


Bu hadis-i şerifi izah adına kelam kitaplarında, bazı tekellüflü yorumlara
gidildiğini görüyoruz. Ben burada onlara girmeyeceğim. Fakat kanaatimce meseleyi
şu şekilde anlayabiliriz: Allah’a (celle celâluhu) inanması gerektiği şekilde
inanan, işlediği günahların hesabını ahirette Allah’a vereceğine iman eden,
Cennet, Cehennem ve haşr u neşrin varlığını kabul eden bir insanın, bu duygular
kendisine hükmettiği sürece bu günahları işlemesi düşünülemez. İşte bu mânâda,
bir terörist, teröristlik yaptığı esnada mü’min değildir. Evet, bir insan halis
ve kâmil mânâda mü’min olduğu sürece asla terörizme girmez/giremez.


Dolayısıyla ben, ne Turan’da ne Fizan’da yapılan terör eylemlerinin şuurlu
Müslümanların organizasyonu ile yapıldığına hiçbir zaman inanmadım. Hatta
bu olayların mevhum figüranlarının şu an hayatta olmadıkları kanaatindeyim. Zira
birilerinin ısıtıp ısıtıp önümüze sürdüğü, internette görüntü ve videolarını
yayınladıkları bazı isimlerin gerçekte şu an var olup olmadıklarını dahi
bilmiyoruz.


Bilgi Kirliliği ve Safderûn İnsanlar


Diğer taraftan, dünden bugüne, dünyadaki şer şebekeleri, karanlık odaklar,
hususiyle de Müslümanlığa karşı belli bir tavrı olanlar hep aynı silahı
kullanmış ve hep aynı oyunu oynamışlardır. Bunlar paranoya ihtiyaçlarını
karşılama adına toplumda oluşturdukları korku ve panik havasıyla insanların
vehimlerini tetiklemiş ve insanların yüreklerini ağızlarına getirmişlerdir.
Diyelim ki, onlar kendi karakterlerinin gereğini yapıyorlar ama beri tarafta ne
acıdır ki, kendi ülkemizde de hâdiseleri basiret ve firasetle tetkike tâbi
tutmadığından, dünyadaki belli güç odaklarının ve merkezlerin üretip yaydıkları
haber ve sözlere hemen inanıveren safderûn diyebileceğimiz insanlar var.


Geçmişte bu tür bir hâdise gerçekleştiğinde çevremdeki insanlara şöyle
demiştim: “Hâdisenin failleriyle alâkalı yüzlerce ihtimal varken, hâdisenin oluş
keyfiyeti üzerinde derin bir sis perdesi bulunuyorken, bazı insanlar, meseleleri
niçin hemen internet siteleri veya gazetelere düşen şekliyle okuyup
değerlendiriyor ve ona göre hüküm veriyorlar. Allah aşkına, bu insanlar,
söylenen şeylerin bir de aksinin olabileceğine niçin hiç ihtimal
vermezler?” Zira güç, kuvvet ve menfaatten başka herhangi bir değer ölçüsü
kabul etmeyen zalim insanların dünyasında, onların düşünce ve akide hayatlarında
yalan diye bir mefhum yok ki! Aksine onlar, yalan ve aldatmayı bir akıllılık
olarak görüyor ve hayatlarını buna göre yaşıyorlar. İnanan insanlar olarak biz,
bir cemaatin huzurunda “şu insan yalan söyler” derken bile, yani başkasının
yalanını anlatırken dahi hicap duyar, bu durumu ifade etme mecburiyetinde
kalmışsak, “Kusura bakmayın, yalan gibi çirkin bir lafı huzurunuzda ağzıma
aldım” deyip özür dileyerek söyleriz. Bu, İslâm’ın bize verdiği terbiyenin ve
İslâm’dan kaynaklanan kültürün gereğidir. Evet, bizim kültürümüzde yalan
söyleyen bir insana doğrudan doğruya “yalancı” demekten hicap duyulduğu için
“hilaf-ı vaki beyanda bulunuyor” diyerek mesele ortaya konur. Fakat –bağışlayın–
yalan ve aldatmayı hayat tarzı hâline getirmiş kişilerin söylediklerine niçin
hemencecik inanıyor ve onların yalan söyleyebileceklerini göz önünde
bulundurmuyoruz. Bu şahısların şimdiye kadar ortaya çıkan yalanlarından ve bu
yalanların bize gösterdiği karakterlerinden her şey bekleneceğinden dolayı
ihtiyatlı olmamız gerekmez mi? Fakat maalesef, söylenen sözlere, okuduğumuz
haberlere mutlak doğruymuş gibi hemen inanıyor ve meseleleri buna göre
yorumluyor, buna göre değerlendiriyoruz. Hiç unutmuyorum, bir zaman bir yerde
büyükelçilik yapmış olan bir zat, meydana gelen bir fecâi ve fezâiden sonra,
aradan daha bir iki saat geçmeden kalkmış ve “bu meseleyi falan yapmıştır”
demişti. O zat, suçlu olarak gördüğü şahsın ismini dahi yanlış telaffuz edecek
ölçüde meselenin cahili olduğu halde hükmünü vermekte hiç tereddüt
göstermemişti.


İşte bilgi kirliliği ve yanlış yönlendirmeler sebebiyle maalesef her bir
hâdise sonucunda Müslümanlığın tertemiz imajı kirletilmiş, onun dırahşan
çehresine zift atılmıştır ve hâlâ atılmaya devam edilmektedir. Hani, halk
arasında, “Çamur at izi kalsın” diye bir söz vardır. Ne acıdır ki günümüzde
Müslüman imajına böyle bir çamur atılmış ve maalesef o çamurun izi
kalmıştır.


Bu, bir vâkıadır. Bu vâkıa karşısında yapılması gereken ise, bütün
dezenformasyon ve iftiralara rağmen, İslâm’ın gerçek mânâ ve hüviyetiyle her
yerde anlatılması, güzel temsille her yerde gösterilmesidir. Fail-i meçhul bu
hâdiselerin, İslâm’ın özünü temsil eden insanların işi olmadığını bıkıp
usanmadan dile getirmeliyiz. Gerçek bir Müslüman’ın herkese el uzatıp, herkese
sinesini açabileceğini göstermeliyiz. Silm u selâmetten gelen Müslümanlığın
sevgi, barış ve merhamet çağrısını Amerika’dan Avrupa’ya, Uzak Doğu’dan
Afrika’ya bütün insanlığa duyurmalıyız.


Diyalog Köprüleri ve Vehimlerin İzalesi


Takdir edersiniz ki, bu hakikatin bütün gönüllere duyurulması birdenbire
olacak bir iş değildir, uzun bir zamana vâbestedir. Senelerden beri ister bir
kısım din mensuplarının, isterse oryantalistlerin Müslümanlığın aleyhine yazıp
çizdikleri şeyler, öyle korkunç bir şekilde zihin ve düşünceleri kirletmiştir ki
birdenbire bunu silip temizleyemezsiniz. Zaten siz, İslâm’ın bütün
güzelliklerini birdenbire meşherde teşhir ediyor gibi ortaya koysanız, insanlar
bunu hazmedemezler. Uzun zaman onların içinde kalacak ve sizi tanıyıp
öğrenmelerine fırsat vereceksiniz. Akıllarındaki, “Şimdi böyle diyorlar ama
acaba biraz güçlenip bazı imkânları elde ettiklerinde de aynı şeyleri
söyleyecekler mi?” türünden istifhamlarını fiilî tavır ve davranışlarınızla
izale edeceksiniz. On sene boyunca sizin nabzınızı tutacak, kalbinizin nasıl
attığına bakacaklar. Bir on sene geçecek, bir kere daha nabzınızın aynı atıp
atmadığını kontrol edecekler. Böylece on, yirmi, otuz sene sizi test edecekler.
İşte sizin bu süreçte hep aynı yerde durduğunuzu, ifade tarzınızı hiç
değiştirmediğinizi görecek ve sizin hakkınızda ona göre bir hükme
varacaklar.


Evet, siz bir taraftan İslâm’ı gerçek esas ve prensipleriyle anlatacak; diğer
taraftan da onların sizi dinlemelerine, görmelerine ve test etmelerine imkân
vereceksiniz. Belki sizin evlerinize, müesseselerinize, iş yerlerinize gelecek,
kendi dünyanızda sizi tanıyıp sizin hakkınızda bir kanaate varacaklar. Eğer
yıllar boyunca kafalarda oluşmuş/oluşturulmuş bir olumsuz imajı gidermeyi
düşünüyorsanız, bence takip edilmesi gereken yol budur.


Bir misal olması açısından arz edeyim: Ben bir karınca öldürmediğimi nice
kereler ifade ettim. Evet, hayatımda tek bir karınca dahi öldürmedim. Hatta bir
zaman yanımdaki bir arkadaş, bana eziyet ediyor diye eliyle üzerimdeki bir
karıncayı süpürmüştü. Seneler geçmesine rağmen bu hâdiseyi unutamadım. Kendi
kendime, nasıl oldu da o canlıya kıydı, diyorum. Başka bir zaman bir arkadaşımız
bir kampta su içmeye giderken gördüğü bir yılanı yakalayıp kuyruğundan silkerek
belini koparmış. Ben bir-iki ay o arkadaşla konuşmadım. Senin ne hakkın var ki,
onun yaşama hakkının önüne geçiyorsun? Hayvan seni sokmaya gelmiyordu ki, su
içmeye gidiyordu. Eğer hakikaten ağzını açar ve bir kobra gibi sana doğru
gelirse, o zaman nefsi müdafaa meselesi söz konusu olur. Kaldı ki ben böyle bir
durumda bile onu öldürmek yerine kaçmayı tercih ederim. Çünkü onun da ekosistem
içinde bir yeri var. Dinimizde mecbur kalındığında öldürmeye cevaz verilmiştir
ancak bunun sevap olduğu söylenmemiştir.


Şimdi kalbi bu türlü mülâhazalara kilitli bir insanın herhangi bir insana
kıyması hiç mümkün olur mu? Yanlış anlaşılmasın, ben burada kendimi anlatmıyor,
sadece sizin hissiyatınıza, inanan gönüllerin duygu ve düşüncesine tercüman
olmaya çalışıyorum. Fakat bütün bunlara rağmen, bazı insanlar hâlâ sizin
hakkınızda değişik vehimlere giriyorlarsa, bu durum karşısında yapılması gereken
aktif bekleyiş içinde sabır göstermektir. Karakterinizi, ruh yapınızı,
hissiyatınızı, iç dünyanızı bir “showroom”da, bir galeride teşhir ediyor gibi
teşhir edeceksiniz. El âlem gelecek, girecek, gezecek, görecek, bakacak ve sizin
hakkınızdaki vehimlerinden kurtulacak. Siz belki de bu süreci fark
edemeyeceksiniz. Onlar gelecek, sizin üzerinize bir işaret koyacak ve daha sonra
geldiğinde bu işaretin yerinde durup durmadığını kontrol edecekler. Daha sonra
bir kere daha gelecek ve aynı desen ve şivenin olup olmadığına bakacaklar ve
böylece hakikî Müslümanlığı gerçek derinlik ve enginliğiyle görecekler.


Netice itibarıyla, Müslümanlar hakkında oluşturulmak istenen günümüzdeki bu
olumsuz imajı gidermek belli bir zamana vâbestedir. Mesele bir takvime
bağlanarak çok iyi tanzim edilmeli, süreklilik ve ciddiyet içinde olumsuzluklar
birer birer izale edilmeye çalışılmalıdır. Eğer günümüzün inanan gönülleri belli
bir zaman isteyen bu meselede, aktif bir sabırla hareket eder, meselenin
ciddiyeti ölçüsünde ceht ve gayrette bulunurlarsa, gün gelir, hasımlarının,
İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtü vesselâm) ve O’nun güzide ashabı
hakkında dedikleri “Bu insanlar emindir, emniyet ve güvenin temsilcileridir.”
sözünün kendileri hakkında da ifade edildiğini göreceklerdir.