Kolektif Şuur

Kolektif Şuur
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Milletlerin hayatında en buhranlı dönemler, içtimâî değişim ve yeniden tekevvün aralıklarında görülür. Tıpkı bazı canlıların geçirdiği “metamorfoz” hadisesine benzer şekilde, yenilenme süresince sancılar, sıkıntılar, zincirleme infialler; bazı şeylerin atılıp yeni bazı şeylerin geliştirilmesi gibi… Kitleleri gerilime sevkeden hadiselerle, toplumda ferdî ve içtimâî bunalımların yaşanması kaçınılmaz olur. Bir de, yapılacak işler, daha önceden denenmiş, bir kısım sâbiteler esas alınarak yapılmıyorsa, dünya kadar yanlışlıklara girilebilir.. yer yer mantık ve muhâkeme hisse yenik düşebilir.. varsa, şöyle-böyle uyulması düşünülen plânlar, onların dışına çıkılabilir.. ve sığ, küçük projelerin dar çerçevesi içinde umûmî âhenk bütün bütün altüst olup, genel tasavvur ve düşüncelerin hilâfına akla-hayale gelmedik handikaplarla karşılaşılabilir; dolayısıyla da yığınlar, hatta onları idare edenler, aklî ve mantıkî olmaları gerektiği yerde -günümüzde çokça müşâhede edildiği gibi- hissî hareket ederek yapma kuşağında çeşit çeşit yıkmalara sebebiyet verebilirler.


Milletlerin yeniden yapılanma veya inkılâp dönemlerinde, sık sık “kaderdenk” noktalarının yaşandığı çokça görülen hadiselerdendir. Evet, her şey olabilme imkânları söz konusuyken, kitlelerdeki heyecan ve zirvedekilerdeki hırs yüzünden, o âna kadar gerçekleştirilen her şeyin yıkılıp gittiği ve yeniden başa dönüldüğü hiç de az görülen vak’alardan değildir. Bir kere, değişim ve inkılâp dönemlerinde, fertler, normal zamanlardaki durumlarından daha farklı bir hâl alır: Belli istikamette hareket eden, bir yerlere varmak isteyen, çevresindeki her şeyi de alıp aynı yöne sürükleyen kitlenin ayrılmaz bir parçası olarak tamamen ferdîlikten sıyrılır ve ma’şerî bir varlık haline gelirler. Artık böyle zihnî bir değişiklik geçiren bu insanlar, akıllı-uslu fert mantığıyla değil de, kitle mantığının tesirinde hareket eder ve onun direktifleriyle oturur-kalkarlar.


Böyle bir mantık, düşünme-taşınma, bugünü-yarını beraber hesap etme, bütünü-parçayı bir arada görme özellikleriyle her zaman tavsiye edegeldiğimiz “kolektif şuur”dan tamamen farklıdır ve ona rağmen bir anlayış ve hareket tarzıdır. Bunlardan birinde his, heyecan ve dolayısıyla da dengesizlik söz konusu olmasına karşılık; diğerinde mantık, muhâkeme, disiplin ve temkin esastır. Zahirde, her iki keyfiyet ve davranış tarzı da gelecek adına vaadettiği şeyler itibariyle aynı görünse de, bunlardan birinde, çok defa hareketin özüne ve hedefine ters neticelerin meydana gelmesi kaçınılmaz olmasına mukabil; diğerinde hiçbir zaman o ölçüde falsolar, fiyaskolar bahis mevzuu değildir.


Milletçe, ahlâk ve içtimâî hayatımızın âhenkle yürümesinin yanında varlık ve bekamızın çok önemli esaslarından biri sayılan “kolektif şuur”un ruhu ve temeli dinî karakterimiz ve Milli seciyemizdir. Bu açıdan da, kitle hareketlerinde her zaman müşâhede edilen yanlış ve falsolu davranışlara karşılık, kolektif şuurun disiplinli ve temkinli fertlerinin his ve heyecan yüklü hareketleri, onların alelâde zamanlardaki davranışlarına nisbeten, değerlerüstü değerlere ulaşır ve fevkalâdelikler arzeder.


Her zaman, yüksek mefkûre ve yüce gayeler hedeflenerek gerçekleştirilebilen hamle ve hareketler, fertleri yoğurur, şekillendirir ve birer ma’şerî varlık haline getirir. Herhangi bir hareketin plânlayıcıları, şayet, hissin önünde akla, heyecanın önünde müşâhede ve tecrübeye değer verir ve projelerini ilâhî mesajın aydınlığında gerçekleştirebilirlerse, çok defa hissî mantıkla hareket eden yığınlar dahi, duygu ve düşünce itibariyle bu mantık ve muhâkeme hareketinin tesirine girip, iş ve icraatlarında tedbir ve temkine ulaşarak, istikamet ve îtidâl insanlarıyla aynı çizgiye gelirler; düşünce ve temkin itibariyle birkaç kadem önde bulunan seviye insanları da, onlarla aynı his ve heyecanı paylaşarak engin bir harman oluştururlar. Böylece, her zaman fikir ve tedbir insanı olamayanlar dahi, şuur ve idraklerine sızan bu şekildeki bir anlayışı paylaşmak, belli ölçüde kolektif şuur potasında yoğrulmak, hayâtî bir mayalanma ve istihâleden geçmek suretiyle ideal bir toplumun fertleri olma seviyesine yükseleceklerdir. Böyle bir süreç içindeki bütün oluşumlar, sırlı bir kısım kuvvetlerin tesirinde meydana geliyor gibi görünse de, aslında bütün bunları hayâtî bir menşee ircâ etmek mümkündür. Bu menşe’ din ruhuyla beslenmiş milli seciye ve karakterdir. Geçmişten bugüne, bu milli seciye sayesinde milletimizin bütün fertleri aynı duygu ve düşünceyi paylaşmış, aynı mülâhazalarla oturup-kalkmış, aynı heyecanları yaşamış, aynı değerlerin kavgasını vermiş ve aynı mefkûreyi gerçekleştirmek için yarışmışlardır.


Evet fertler ve kitleler üzerinde başka faktör ve sâiklerin tesiri olsa da, milletin kendi ruh ve mânâ kökleriyle münasebete geçmesi söz konusu edildiği yerde bunlar çok sönük kalırlar. Millet fertlerinin maddî-manevî tarihî dinamiklerle alâkası devam ettiği sürece, bu insanlar, tarih şuuruyla sık sık atalarının ruh feveranları içine girerek ve ayniyet ölçüsünde bir misliyetle, benzerî kahramanlıklar sergiler ve yeni bir düşünce tarzı, yeni bir dünya görüşü ve topyekün dünyanın içtimâî coğrafyasına müessir olabilecek yepyeni kriterler ortaya koyabilirler. Bu konuda, dünya ile hesaplaşma tarihimiz açısından, Mute’den Kadisiye’ye, Malazgirt’ten Çanakkale’ye; devletlerarası muvazenedeki yerimiz itibariyle de Medîne’den Şam’a, Şam’dan Bağdat’a, oradan da İstanbul’a uzanan çizgide dünya kadar misal göstermek mümkündür ama, biz okuyucunun firâset ve tedâîler dünyasına güvenerek bu hususu şimdilik noktalayıp geçiyoruz.


Şimdilerde, ülkemiz, bağlı bulunduğumuz dünya ile beraber bir kısım değişim ve dönüşümler sath-ı mâiline girmiş sayılır. Peşi peşine inkılâpların yaşanacağı böyle bir geleceğe yürürken, millet ruhunun muhafaza edilmesi, ferdin de kitlenin de tedbir ve temkin eksenli bir anlayışa getirilmesi, yığınları feverân ve provokasyonlara sürükleyecek düşünce, eğilim ve davranışlara meydan verilmemesi, varsa, mevcut tahrik odaklarının üzerine gidilmesi en az irşad ve cihad kadar belki ondan da önemlidir. Duygu ve düşünce itibariyle, kolayca sevgiden nefrete, beraberlikten ayrılığa, müşterek hareket etmekten dağınıklık ve başıbozukluğa düşebilecek yığınların, acelecilik ederek veya bir kısım maceracı ruhların tesirinde kalarak hem kendilerini hem de mensup oldukları milleti olumsuzluklara itmelerine kat’iyen fırsat verilmemelidir. Verilmemeli ve nazarlar sürekli Kitap ve Sünnet’in samimi temsilcilerine çevrilmelidir. Vahiy yörüngeli kolektif şuurun da birer aydınlık rüknü sayılan bu insanlarda, nâm u nişan yerine mahviyet, tevâzu ve hacâlet, hodgamlık yerine diğergamlık, şahsî çıkar mülâhazası yerine toplumun menfaatlerini düşünme esprisi hâkimdir.


Bunlar, toplumun bugünüyle ve yarınıyla o kadar alâkadardırlar ki yerinde, düşüncelerini kahramanca haykırmalarına karşılık, zaman zaman “kuluçka”, “folluk” deyip yumurta ve civcivlere zarar vermemek için tir tir titrer, akla-hayale gelmedik tezyiflere, tahkirlere katlanır ve bir “lâ havle..” çekerek, köpük köpük mağmalar gibi his ve heyecanlarını sînelerine hapseder, sonra da hiçbir şey olmamışçasına yürür giderler. Gerektiğinde güle güle ölüme doğru yürümekten ve hayretengiz bir yiğitlikle başkaları için kendilerini feda etmekten çekinmeyen ve yine bir itfaiyeci gibi yerinde seve seve kendini ateşlere atabilen bu hissî ruhlar, yaptıkları her şeyi bir vazife şuuru ve ibadet neşvesiyle yapar.. yapıp ettikleri şeyler karşısında kimseden şükran beklemez.. yardım edilecek kimselerin yardımına vaktinde koşmamayı affedilmez bir nakîse ve vefâsızlık sayar ve tereddüt göstermeden kendilerini sorgularlar.


Bunlar, her zaman ümitle yaşar.. ümitlerine göre idealize ettikleri plân ve projelerini destekleyecek, gerçekleştirecek maddî-mânevî dinamikleri değerlendirmede kusur etmez.. bütün bunlardan sonra da, ihlasa mazhariyet ve Allah hoşnudluğu dışında hiçbir beklentiye girmez.. hizmetine ve talepsiz sancılarına terettüp eden mükâfat, mevhibe ve vâridâtı da, her zaman ya bir “istidrâc” endişesi veya “tahdîs-i nimet” mülâhazasıyla hatırlar; korkularını yutkunarak, sevinçlerini de Hakk’a itimadın neşîdeleri haline getirip mırıldanarak ifade eder ve hep birer temkin insanı olarak yaşarlar.


Bunlar, aynı zamanda boş birer teslimiyet insanı da değillerdir. Allah’a tevekkül, teslimiyet ve tefvîzleriyle beraber, çevrelerinde olup-biten hadiseler karşısında son derece duyarlı; duyarlı oldukları kadar da infiallerinde keskin ve kararlıdırlar. Ne dünyevî işlerinde ne de âhirete ait meselelerde, kat’iyen hislerine takılıp kalmaz.. hamle ve hareketlerini ilâhî emirlerle tartar.. akıl ve mantıklarında beşerî idrak seviyesini gözetir, varlık adına tesbitlerini ona göre yapar ve yorumlarlar.. varlığımızın tabiat içindeki yer ve konumunu belirleyerek eşya ve hadiselerle zıtlaşmayı netice veren davranışlardan sakınır ve hep tekvîni emirlerle uyum içinde kalmaya çalışırlar.


Bizim olacağı ümidini beslediğimiz aydınlık geleceğe emin adımlarla yürüyebilmemiz için, sadece hülâsasını sunacağımız şu hususları çok hayâtî kabul ediyoruz:



* Bütün millet, husûsiyle de aydınlarımız, geçmişimizle mutlaka barışmalıdır.


* Gelecek adına gerçekleştirmeyi plânladığımız her türlü yenilenme ve inkılâplar, tarihî dinamiklerimiz ve mânâ köklerimiz esas alınarak projelendirilmelidir.


* Böyle hayatî bir meseleye kat’iyen politika bulaştırılmamalı ve çıkar mülâhazaları karıştırılmamalıdır.


* Ayrıca, her şeye rağmen, bu istikamette hareket ve hamlelerin bir kısım komplikasyonları da olabileceği endişesiyle hep tedbir ve temkinle yürünmeli; gençlik heyecanı ve maceracıların sorumsuzca davranışlarına meydan verilmemelidir. Hem öyle meydan verilmemelidir ki, onur ve gururlarımızın rencide edilmesi karşısında bile, yüce mefkûremiz hatırına heyecanlarımızın ağzına sabır fermuarları vurulmalı ve diş sıkıp her şeye katlanılmalıdır.


* Yıkmadan önce, yıkılacak şeylerin yerinde nelerin yapılmak istendiği kararlaştırılmalı; sonra varsa, o eski, köhne, geçersiz şeyler yıkılmalıdır. Her zaman “yıkmak yapmak içindir” felsefesiyle hareket edilmeli, yıkılacak şeye kazma çalmadan evvel, yapılacak ne ise, mutlaka onun maketi dikilmelidir.


* Yapılacak her işte, karar ve aksiyon, ilim, irfan ve tedbirle beslenmeli; azim ve gayret de, araştırma ve vukufla desteklenmelidir ki, yapmaları yıkmalar takip etmesin.


Şu anda yolların ayrımında ve yine bir “kaderdenk” noktasında bulunduğumuzda şüphe yok. Hâl ve konumumuzun nezaketini idrak ederek, içinde bulunduğumuz zaman dilimini, büyük düşünce, büyük plân ve peygamberâne bir azimle değerlendirebilirsek, dünyada her milletten daha fazla olan kaderdenk noktasındaki şansımızı bir ikbâl yıldızı halinde parlatabiliriz.


Hâlihazırdaki perişâniyetimiz, içtimâî, iktisâdî tutarsızlıklarımız, bunların yanında iç ve dış fesat odaklarının sürekli körükledikleri kargaşa; bütün bunları zamanla aşacağımıza inancım tamdır. Sukûtlar hiçbir zaman sürekli olmamış.. hadiseler hep aynı istikamette cereyan etmemiş.. geceler ebed-endâm sürüp gitmemiş; gitmemiş ve zaman gelmiş harabeler yeniden umranlarla tüllenmiş.. hadiseler dairevî cereyan etmenin cilveleriyle daha önce ağlattıklarını güldürmüş.. geceler gündüzlere yenik düşmüş ve her yan ışıkla kahkaha atmaya başlamıştır.


Düşüş ve doğruluşumuzun daha umumî bir serencâmesi, ayrı bir perspektifle başka bir yazının konusu…