Mihnetin Ötesi

Mihnetin Ötesi

     İman, İslâm, ihsan şuuru, ihlas, rıza, Allah’a kavuşmaya duyulan iştiyak Cenab-ı Hakk’ın maddi âlemle kıyası mümkün olmayan öyle büyük lütuflarıdır ki şayet bir insana içindeki bütün kıymet ve güzellikleri ile değil bir şehrin, bir ülkenin, dünyanın sultanlığı verilse zikredilen bu nimetlerin binde birine bile tekabül etmez. Bu açıdan bu dünyada bir mü’minin en temel meselesi sağlam bir imandır, Allah’la güçlü bir irtibat kurabilmektir, ihsan şuurunu kazanabilmektir, amellerinde ihlası yakalayabilmektir, rıza ufkuna ulaşabilmektir. Zira pir ü pak bir vaziyette bu dünyadan ahiret âlemine göç edebilmek, kabir suallerine cevap verebilmek, mahşerin ızdırabından kurtulabilmek, engellere takılmadan berzah âleminin uzun yolculuğunu tamamlayabilmek ve nihayetinde Cennet nimetlerine, rıza ve rıdvana nail olabilmek buna bağlıdır.

     Bir mü’min için arınmış bir vaziyette Allah’a yürümekten daha büyük bir nimet düşünülemez. Şayet bu dünyada Allah yolunda çekilen sıkıntılar öbür tarafta ilâhî lütuflara, uhrevî nimetlere dönüşecekse, ki öyledir, bunları cana minnet bilmeli, seve seve katlanmak gerekir. Evet, sabır ve rızayla karşılandığı takdirde dünyadaki her elem ahirette sonsuz lezzetlere dönüşecektir. Üstelik dünyadaki nimetlerin lezzeti nispetinde elemi de vardır. Uhrevi lezzetlerde ise hiç elem yoktur.

     O hâlde insan, dünyasını ahirete göre kurgulamalı, ahirete göre planlamalı ve yapıp ettiklerini ahirete göre değerlendirmelidir. Dünyayı, kendisini ahirete götürecek kısa bir yol veya meyvelerini, mükâfatını ahirette alacağı bir tarla bir bahçe olarak görmelidir. Cennet yolunun yolcusu olabilenler için dünyada yerine getirilen görevler, çekilen sıkıntılar birer zad u zahireye dönüşecek ve bunlar ahiret hayatında sahibine bitmez tükenmez bir azık hâline gelecektir. Ahirette kat edilmesi gereken yollar dünyaya göre daha uzun, aşılması gereken yokuşlar daha sarp olduğu için, kendimizi oraya göre hazırlamak, azığımızı da tastamam almak zorundayız.

     Allah’a gönülden iman eden bir kişi için asıl kazanç, Cenab-ı Hakk’ın rızasına, rıdvanına, rü’yetine, teveccühüne, iltifat esintilerine, “Ben senden razıyım.” hitabına mazhar olabilmektir. Hz. Pir’in ifadesiyle binlerce sene mesudane Cennet hayatı, Cenab-ı Hakk’ın cemalini bir lahza müşahede etmeye mukabil gelmez. Ehl-i Sünnet itikadının nazmen özetlendiği Bedul-emâlî isimli eserde de Cenab-ı Hakk’ın cemal-i ba kemalini gören mü’minlerin Cennet nimetlerini unutacakları ifade edilir. Bizim nizam, intizam, âhenk, mana, muhteva, estetik adına kâinatta gördüğümüz ne kadar güzellik varsa hepsinin kaynağı O’dur. Unutmamak gerekir ki dünyanın binlerce sene mesudane hayatı da Cennet’in bir dakikasına mukabil gelmez. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan Cennet tasvirlerine bakacak olursanız, Cennet nimetlerinin büyüklüğünü, onların dünya nimetleriyle kıyas dahi edilemeyeceğini görürsünüz.

     Evet, orada Cenab-ı Hakk’ın rü’yetine mazhar olanların gözünde Cennet bütün bütün silinip gideceği gibi, Cennet nimetleriyle müşerref olanların gözünde de içindeki bütün güzelliklerle birlikte dünya silinip gidecektir. Uhrevî nimetler insanların gözünü öyle büyüleyecek, onları öyle kendinden geçirecektir ki, “Meğer hayat buymuş.” diyeceklerdir. Böyle bir hayatı kazanmanın yolu ise başta da ifade ettiğimiz üzere imandır, ibadettir, ihsandır, ihlastır, kalb ve ruhun hayat derecelerinde yolculuğa çıkabilmektir. Sofilerin ifadesiyle seyr ilallah, seyr fillah, seyr maallah, seyr anillah ufuklarında dolaşabilmektir. Fani yüzüne aldanmadan dünyayı, ahireti kazanacakları bir yer hâline getirebilmektir.

Dejenere Olan Müslümanlık

     Ne var ki günümüz Müslümanları bu tür mülahazalardan çok uzaklaştı. Mana ve özü bırakarak şekil ve suretlere aldandı. Bu geri gitmede idareyi elinde tutanların sorumluluğu çok büyüktür. Zira onlar ortaya güzel bir temsil koyamadıkları gibi, yapıp ettikleriyle de Müslümanlığın çehresini kararttılar. Müslüman olduklarını iddia ettikleri, hatta kendilerini Müslümanların hamisi gibi gösterdikleri hâlde, zulme bulaştılar, milletin hukukuna tecavüz ettiler, hırsızlık ve yolsuzluk yaptılar, rüşvet alıp verdiler, insanları din, dil, ırk, mezhep üzerinden ayrıştırma yoluna gittiler, muhalif gördükleri kesimleri ezdiler… Üstelik bütün bu şenaat ve denaetleri Müslümanlık adına yaptılar. Bütün bunlar din adına öyle korkunç bir deformasyon ve dejenerasyon yaşanmasına yol açtı ki muhtemelen daha önceki asırlarda en azılı düşmanların yapmış olduğu tahribat bu kadar büyük olmamıştı. Çünkü onların karşısına dikilecek imanı, ihlası temsil eden Alparslanlar, Melikşahlar, Kılıçarslanlar, Selahaddin Eyyübiler, Nureddin Zengiler, Şîrkûhlar vardı. Onlar âdeta aydınlığın karanlık karşısına çıkıp başkaldırması ve “buraya kadar” deyip hak dine düşmanlık edenlere kıyam etmiş ve Müslümanlığın izzetini korumuşlardı.

     Günümüzdeki tablo ise tamamıyla farklıdır. Müslümanlığa sahip çıkması gereken kimseler bilerek ve isteyerek dini kendi algılarına, menfaatlerine göre kullanıyorlar, dinin hükümlerini çarpıtıyorlar ve bunu Müslümanların gözlerinin içine baka baka yalanlarla yapıyorlar. Bunun neticesinde de insanların zihninde, İslâm’ın bütün levsiyat ve mesaviye geçit vermesi mümkünmüş gibi yanlış bir anlayış oluşuyor. Namaz kılmadan, ibadet etmeden de Müslümanlık olabileceği düşünülüyor. Daha da kötüsü yapılan haksızlıklara, zulümlere, yolsuzluklara dinî kılıflar giydiriliyor. “Her tür kötülüğü işlesen bile yine de halis muhlis Müslüman olabilirsin” gibi çarpık bir anlayış gelişiyor. Bu anlayışı sorgulayan insanlar da tekfir ve tadlil ediliyor (kâfir olmakla, yoldan çıkmakla suçlanıyor). Dinde çok korkunç bir tahribat yaşanıyor. Müslümanlık münafıklık derekesine indiriliyor. İslâm dünyasındaki en dâhi insanlar, nadide dimağlar, yüksek fetanetler himmetlerini bir araya getirseler, günümüzün teknik ve teknolojisini çok iyi kullanarak ses ve soluklarını dünyanın her tarafına ulaştırmaya çalışsalar dahi hâli hazırda yaşanan böylesine bir deformasyonu çeyrek asırdan evvel tamir ve ıslah edemezler. Meğer ki ekstradan bir ilahî yardım ola.

Dünyevi Mülahazalara Feda Edilen Müslümanlık

     Maalesef günümüzde doğru iman, ibadet ve din duygusu yıkılmıştır. Ne ailede ne sokakta ne mektepte ne de mabette insanlar doğru Müslümanlık adına alması gerekenleri alıyorlar. Her şey tamamen dünyevî mülahazalara, dünyevi çıkar ve menfaatlere bağlanıyor. Din dahi buna alet ediliyor. Zimamı elinde tutan idarecilerin tek derdi ise makamlarını koruyabilmek ve hakimiyetlerini devam ettirebilmek. Bunu sağlama adına her yola başvuruyor, karalamadık insan bırakmıyorlar. Karanlık emellerine ulaşabilme adına her gün ayrı bir yalan ve iftiraya başvuruyor, en yüz kızartıcı günahları irtikap etmekten geri durmuyorlar. Kirli siyasetleriyle kitleleri idlal ve iğfal ediyor, onların kalb ve kafalarını zehirliyorlar. Dolayısıyla niceleri hakiki Müslümanlıktan, samimi kulluktan, kalb ve ruh hayatından, ihsan şuurundan fersah fersah uzaklaşıyorlar.

     İslâmiyet yirmi birinci asırda maruz kaldığı tali’sizliğe, sahipsizliğe hiçbir asırda maruz kalmamıştır. Farklı zamanlarda din, iman ve Kur’ân düşmanlarının farklı saldırıları olmuş, istilacılar gelip gelip o sağlam kaleye toslamış, münafıklar içten içe onu kemirmeye çalışmış, zalim ve zorbaların tasallutu söz konusu olmuş fakat bunların hiçbiri bu kutsî âbideye bugün olduğu kadar zarar verememiştir. Biraz önce bir kısmının ismini zikrettiğim kâmet-i bâlâ zatların ve ismini bilmediğimiz daha nice İslâm kahramanlarının samimi mücadeleleriyle bu saldırılar bir şekilde bertaraf edilmiştir. Fakat son asırlarda çürüme ve kokuşma içeride başladığı için tahrip de çok büyük olmuştur. Esasen âyet-i kerimenin de ifadesiyle bir kavim iç deformasyona maruz kalmadığı, sahabe yolunda yürümeye devam ettiği sürece, Cenab-ı Hak onlara ihsan ettiği nimetleri geri almaz, onları değiştirmez. Bu konuda Allah’ın vaadi vardır. Fakat değişme ve başkalaşma içte olursa, yani Müslümanlar dinin özünden ve ruhundan uzaklaşırlarsa Allah da onlara verdiği nimetleri ellerinden alır, onları bertaraf ederek yerlerine başkalarını getirir.

İnadın Hikmet-i Vücudu

     Sulh ve ıslah kahramanlarının bütün zorlukları göğüsleyerek dimdik yerlerinde durmaları, gözlerini imana, İslâm’a, ihsana, ihlasa dikip yollarına devam etmeleri çok önemlidir. Bütün dertleri dünya olanlar onları anlayamayacak, hazmedemeyecek, rahat bırakmayacak, farklı belâ ve mihnetlere müptela kılacaklardır. Bunlara rağmen onlar maruz kaldıkları belâ ve musibetlerin pozitif yanlarına odaklanacak, bunları Allah’a daha çok yaklaşma ve ahirete daha iyi hazırlanma adına bir fırsata çevireceklerdir. Yaşadıkları sıkıntılarla dünya ve içindekiler onların gözünden silinecek, ebedî saadeti, fani debdebe ve ihtişama tercih edeceklerdir.

     Allah davasına gönül veren kimseler, yaşadıkları sıkıntıları bir bakıma sinek ısırması gibi görmeli ve bunlar karşısında sarsılmamalıdırlar. Şayet durduğunuz zeminin hakkaniyet ve adalet zemini olduğuna inanıyorsanız orada sabit kadem olmasını bilmelisiniz. İnadın hikmet-i vücudu hak ve adalette sabit kadem olabilmektir. Allah, inat duygusunu bunun için vermiştir. Şayet yürüdüğünüz yolun hakkaniyetine inanmışsanız, bin fırtına esse sizi yerinizden edememeli. Toprağa kök salmış asırlık çınarlar gibi yerinizde sabit kadem olmasını bilmelisiniz.

     Kendi hesaplarına göre dünyada bir düzen kurma, sonra da kurdukları düzeni çocuklarına intikal ettirme derdinde olan paranoyak ruhlar şimdiye kadar Allah yolunda koşturan samimi mü’minlere hiç nefes aldırmamışlardır. Allah’ın ulü’l-azm peygamberleri olan Hz. İbrahim’i, Hz. Musa’yı ve daha nicelerini (aleyhimüsselâm) yerinden yurdundan etmişlerdir. Nice evliya ve enbiya, ehl-i fesat ve ehl-i nifakın baskı ve tazyiklerinden ötürü yerlerini yurtlarını bırakıp başka diyarlara göç etmiştir. Fakat onlar gittikleri yerlere tohumlar saçmış, oralarda bağlar bahçeler oluşturmuşlardır.

     Bundan sonra da benzer zulm ü cefalar olacaktır. Bunları Allah’ın bir imtihanı görmeli ve bir yönüyle sevinmelisiniz. Çünkü yolunuz Hz. Ruh-u Seyyidü’l-Enâm’ın yolu, Raşit Halifelerin yolu, Hz. Hasan’ın, Hz. Hüseyin’in yolu. Varsın Kerbela’da Hüseyinler şehit olsun. Yeter ki Allah bizleri Yezit olmadan muhafaza buyursun. Haccac’ın eliyle pek çok Müslüman’ın canına kıyıldığı bir dönemde Allah bizi Haccac olmaktan muhafaza buyursun. Şayet sizin misyonunuz insanları Cenab-ı Hakk’a ulaştırma, Allah’la kalbler arasındaki engelleri bertaraf etme ise hüsn-ü zannımız o ki mele-i âlânın sakinleri sizi tebşir ve tebrik edecektir. Varsın bazı densizler sizi huzursuz etsinler. Şayet sizin elinizle geleceğin dünyası huzura kavuşacak ve rahat bir nefes alacaksa bunların bir önemi olmayacaktır.