Mü’minin Mü’mine Karşı En Büyük Yardımı: Dua

Mü’minin Mü’mine Karşı En Büyük Yardımı: Dua
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Aramızda birbirimizden dua talebi çok yaygınlaştı. Fakat kimi zaman bu isteğin sıradan bir talep hâlinde dile getirildiği görülüyor. Dua isteyen ve böyle bir talebe muhatap olan insanların ruh hâli ve yapması gerekenler hakkında mütalaalarınızı lütfeder misiniz?

Cevap: Dua, hem kulun Allah’la arasındaki alâka ve münasebet adına, hem de Allah’ın (celle celâluhu) kula muamelesi açısından çok önemlidir. Dua eden bir insan, her şeyden önce, Allah ile münasebet ve alâkasının şuurunda demektir. Evet, dua mülâhazasıyla ellerini kaldıran insan, yüceler yücesi bir dergâhla münasebet içinde olduğunun şuuruna erer. İnsanın Cenâb-ı Hak’la kuracağı böyle bir münasebet ve alâka, Allah’ın da ona olan muamelesinin farklı bir şekilde cereyan etmesine vesile olur. Bazı yerlerde “Bahane Tanrısı” dedikleri gibi, Cenâb-ı Hak, insanın bu kadarcık olsun kendisine yönelmesini bir vesile kabul buyurur; buyurur da o insana, Kendi azamet ve ululuğuna yakışır şekilde muamelede bulunur.

Sırlı ve Safî Bir Ubudiyet

Diğer yandan dua, sebepler üstü Cenâb-ı Hakk’a yalvarmanın bir unvanıdır. Bu yönüyle o, sırlı ve safî bir ubudiyettir. Diğer ibadet ü taatlerin mânevî de olsa sebepler kategorisi içerisinde bir izahı vardır. Meselâ abdest almanın veya namaz kılmanın kendine göre bir külfeti vardır. Aynı şekilde oruç tutma veya hacca gitme gibi ibadetlerin içinde de bir kısım mekarih mündemiçtir. Dolayısıyla bu ibadetleri yerine getirirken çekilen meşakkat, Cenâb-ı Hakk’a karşı bir sebep olarak sunularak, bunun karşısında O’ndan bir şeyler talep etme düşüncesi içine girilebilir. Fakat insanın acz u fakr şuuru içinde ihtiyaç tezkeresiyle ellerini açıp bütün samimiyetiyle O’na yönelmesi, O’ndan bir şeyler beklemesi öyle sırlı bir kulluk ameliyesidir ki, bu, halis bir ubudiyete tekabül eder. Bu yönüyle duanın ibadetler içinde apayrı bir hususiyeti vardır.

İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyelerine baktığımızda da, O’nun bütün hayatını duayla geçirdiğini, duayla oturup duayla kalktığını, gece-gündüz hep Cenâb-ı Hakk’a yalvarıp yakardığını görürüz. O (aleyhissalâtü vesselâm), yatarken, kalkarken, bir bineğe binerken, cihada giderken, insanları karşılarken, bir sıkıntıya maruz kaldığında… hep dua etmiş ve hayatının her anını âdeta bir dantelâ gibi duayla örgülemiştir. O’nun duaya dair nurlu beyanlarına bakıldığında da, onların tam yerli yerinde ve Cenâb-ı Hak’la münasebet açısından çok yakışıklı düşen sözler olduğu görülür. Temkin ve tedbir abidesi olan Nebiler Sultanı, Allah’ı en iyi bilen zat olduğundan, Cenâb-ı Hak’tan neyin nasıl isteneceğini de en güzel ve en mükemmel şekilde bilen ve ifade eden O’dur. Evet, O, dualarında nüanslarına dikkat ederek öyle enteresan kelimeler seçmiştir ki, O’nun ifade ettiği sözlerin hiçbirisini sorgulamak mümkün değildir. Cenâb-ı Hakk’ın Zât’ına yaraşır yerli yerinde sözlerle O’na teveccühte bulunma çok önemli bir husus olduğuna göre, biz de Efendiler Efendisi’nin nurlu beyanlarıyla Rabbimize teveccüh edebiliriz. Bu açıdan bir insan dualarında bin defa:

اَللَّهُمَّ إِنَّا نَسْأَلُكَ مِنْ خَيْرِ مَا سَأَلَكَ مِنْهُ نَبِيُّكَ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَنَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا اسْتَعَاذَ مِنْهُ نَبِيُّكَ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

“Allahım, nebin Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Senden istediği her hayrı Senden istiyor, yine nebin Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şerrinden Sana sığındığı şeylerden de yine Sana sığınıyoruz.” dese, yine de şahsı adına bunu az görüp “daha çok olabilir” demelidir. Çünkü Allah Resûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ) Allah’ın sevmediği, O’nun razı olmadığı bir şeyi O’ndan istememiştir.

Efendiler Efendisi’nin Sahabîden Dua Talebi

Soruda ifade edilen “dua talebi” mevzuu da bizim için çok önemlidir. Bakın, İki Cihan Serveri’nin kendisi kim bilir kaç sahabîden dua talebinde bulunmuştur. Meselâ rahatsızlandığı zaman Hazreti Âişe Validemiz’den dua talep etmiştir. Allah Resûlü (aleyhissalâtü vesselâm), ruhunun ufkuna yürümeden önce, derecesinin yükselmesi, Makam-ı Mahmud’un inkişafı, şefaat alanının genişlemesi, bütün ümmetini kucaklayabilecek imkân ve salahiyetin kendisine bahşedilmesi için ümmetine çektirilecek sıkıntılar, âdeta O’na da çektiriliyordu. Zaten, bir hadis-i şerifte de ifade buyrulduğu üzere, belaya en çok maruz kalanlar enbiya-i izamdır. Bu açıdan hastalık, bütün nebilerin sultanı olan Efendimiz’i hususiyle son zamanlarında, demir pençesine almıştı. Öyle ki, mübarek başının ağrısının dinmesi için, başına sımsıkı sargı sarıyordu. İşte Hazreti Âişe Vâlidemiz, bu durumdan kurtulması için Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) elinden tutuyor ve O’na dua ediyordu. Ancak son zamanlarda Hazreti Âişe Validemiz, yine O’na dua etmek üzere elinden tutmak istediğinde, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) elini çekmiş ve

اَللّٰهُمَّ الرَّفِيقَ الْأَعْلٰى

“Allah’ım yüce dostluğunu istiyorum.” demiştir. Yani Allah Resûlü, artık murad-ı ilâhînin öteye müteveccih bir istikamette olduğunu anlamış ve kendi ruh ufkuna seyahatin söz konusu olduğu bir yerde elini çekmiş ve dua talebinde bulunmamıştır.

Başka bir zaman Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) umreye gitmek üzere Allah Resûlü’nden izin istediğinde ona izin verdikten sonra şöyle buyurmuştur:

لَا تَنْسَنَا يَا أُخَيَّ مِنْ دُعَائِكَ

“Ey kardeşçeğizim, duanda bizi de unutma.” (Ebû Dâvud, Vitr 23) Allah’ın himayesinde istiğna-i mukayyet içinde bir hayat geçirmesine ve Cenâb-ı Hakk’ın, kendisinin bütün dualarına icabet buyurmasına rağmen Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm) Hazreti Ömer’den veya diğer sahabîlerden dua talep etmesi, bu meselenin hafife alınmayacak derecede önemli bir mesele olduğunu gösterir.

En Hızlı Kabul Olunan Dua

Konuyla ilgili bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem)  şöyle buyurmuştur:

إِنَّ أَسْرَعَ الدُّعَاءِ إِجَابَةً دَعْوَةُ غَائِبٍ لِغَائِبٍ

“En süratle kabule karin olan dua, gâibin gâibe duasıdır.” (Ebû Dâvud, Vitr 29) Hazreti Pîr de 23. Mektup’ta duanın kabulünün hangi şartlara müstenit olduğunu anlatırken, diğer şartların yanında bu hususu da zikrederek bizahri’l-gayb (gıyaben) yapılan duanın kabule karin olacağının rahmet-i ilâhîyeden kaviyyen ümit edileceğine dikkat çeker. Ayrıca Üstad hazretleri, eserlerinin birçok yerinde, “Sabah ve akşam duamda dâhilsiniz. Siz dahi beni duanızda dâhil ediniz. Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir.”, “Âhiret kardeşiniz olan Said ise, her sabah akşam dergâh-ı ilâhîde dua vasıtasıyla sizinle beraberdir.”, “…Senden ve âhiret hemşirem yani ikinci validem ve kardeşimin muhterem validesinden duanızı istiyorum. Madem duada sizi şerik ediyorum; siz de benim duama âmin hükmünde olarak dua ediniz.”, “Ben onları duama dâhil ediyorum; onlar da bana dua etsinler.” gibi ifadelerle bu meselenin hafife alınmaması gerektiğini göstermiştir.

Bu noktada soruda dikkat çekilen husus üzerinde durmak istiyorum: Bu meselenin aramızda yaygınlaşması ölçüsünde işin ruhu ve mânâsı göz ardı edildiğinde, bazen dua talebi beylik bir söz hâlinde dile getirilebilir. Dolayısıyla bu talep, ruhsuz, şuursuz, tabir caizse tadı tuzu kaçmış bir hâlde ifade edilebilir. Meselâ “Kardeşim bize dua et.” ifadesi, ayağa düşürülen sözler kabilinden bir söz hâline gelebilir. Bu açıdan evvela dua talep eden insan bu mevzuda çok samimi olmalı ve hakikaten yürekten dua talebinde bulunmalıdır. Yani, şuurun taalluk etmediği, sırf ağızdan çıkan beylik bir laf hâlinde değil; hüsnüzannımızın bir neticesi olarak, ciddi bir arzu ve iştiyakla dua talep edilmelidir. Dua isterken de, her zaman; “İnşallah bana dua eder ve inşallah onun duası kabul buyrulur.” diye düşünmeli ve halisane bizahri’l-gayb yapılan duayı Allah’ın kabul buyuracağına inanmalıyız. Bu açıdan dua talebinde bulunurken iç dünyamıza hâkim olan mülâhazalar şöyle olmalıdır: “Allah’ın inayeti ve bir yönüyle o inayetin tecellîsine vesile olacak salih mü’minlerin duası olmasa, kendimi hatar-ı azimle karşı karşıya görüyorum. Hafizanallah dalâlet içine devrilip gideceğimden çok korkuyorum.” İşte bu duygu ve düşüncelerle “Kardeşim, şayet size külfet olmayacaksa rica ediyorum, ne olur, Allah aşkına mü’min kardeşlerin hepsine dua ederken, hatırlayabilirseniz dualarınızda beni de anın.” diyerek dua talebinde bulunmalıdır. Evet, başkasından dua isteyen bir insan acz, fakr ve zaafının farkında olmalı, Allah’ın inayeti olmazsa ayakta durmasının mümkün olmayacağına inanmalı ve kendisi için yapılacak duayı Allah’ın inayeti adına en büyük bir vesile bilmelidir.

Dua ve Vefa

Dua isteyen bu düşüncelerle isterken, kendisine dua emanet edilen insan da, vefanın gereği olarak dua etmeyi ihmal etmemelidir. O, böyle bir talep karşısında, gerektiğinde geceleyin kalkmalı, teheccüt mü, vitr-i vacip mi, yoksa hacet namazı mı, hangi namazı kılacaksa kılmalı sonra da ellerini açıp başka dua edilecek isimlere dua ettikten sonra hiç olmazsa birkaç dakikasını da dua isteyen arkadaşına ayırmalıdır. Böylece kardeşine karşı vefa ve civanmertliğini ortaya koymuş olur. Çünkü o, bu dakikalarını kendisine ayırabilirdi. Sadece bir kere “Allah’ım beni Cennet-i Firdevsinle sevindir.” diyeceğine, bunu beş kere söyleyebilirdi. Fakat o, kendisi hakkında sadece bir defa bunu istedikten sonra Ali, Veli, Bekir, Osman, falan sınıf, filan zümre için de istemektedir. Böylece kardeşlerine karşı vefa borcunu, onları duasında yâd etmek suretiyle yerine getirmiş oluyor. Aslında bunun mânâsı: “Allah’ım ben, Sana inanan, benimle aynı safta duran bir mü’min kardeşim için içimi döküp Senin vefana sığınıyorum.” demektir. Zira unutmamak lazım ki, hiç kimse Allah kadar vefalı olamaz.

Aynı şekilde diyelim ki size yüz kişilik bir liste getirip dediler ki: “Bunlar, dünyanın dört bir yanına seyahat eden, gittikleri yerlerde bursla çalışan, örneği kendinden bir hareketin bizi utandırmayan temsilcilerinden. Bu arkadaşlarımızın, gittikleri yerde dimdik durabilmesi, hizmetlerinin müessir olması ve orada herhangi bir gaileyle karşı karşıya kalmamaları için dua talep ediyoruz.” Hakkınızda bu kadar hüsnüzan eden insanlara karşı siz de vefanın gereği olarak, Cenâb-ı Hakk’ın, rahmet ve lütfuyla dünya semasına nüzûl buyurduğu, buyurup “Dua eden yok mu, duasını kabul edeyim?” dediği eşref saatlerini değerlendirerek ellerinizi açmalı ve ister tanıyın ister tanımayın gelen listedeki isimleri okuyup onlara dua etmelisiniz.

Şuur Vizeli Dualar

Tabiî bütün bu dualar yapılırken, dua eden kimsenin, söylediği her bir kelimeyi şuuruyla vizelendirerek söylemesi çok önemlidir. Evet, insanın ağzından çıkan her bir kelimenin üzerinde şuurunun mührü bulunmalıdır. Zira Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);

إِنَّ اللهَ لَا يَقْبَلُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ

(Hâkim, el-Müstedrek, 1/670 (1817) buyurmak suretiyle, Cenâb-ı Hakk’ın ne dediğini bilmeyen, söylediğinden habersiz olan kimselerin duasını kabul etmeyeceğini ifade buyurmuştur. Bu açıdan insan, duada her bir kelimeyi vicdanında derinlemesine duyarak söylemeli ve ne istediğinin farkında olmalıdır.

Bu arada, kendisinden dua talep edilen için şöyle bir tehlike ihtimalinin bulunduğunu da ifade etmemiz gerekir: Bir insan, kırk-elli sene Allah yolunda çalışıp çabalayan bir daire içinde bulunduğundan, bazıları ciddi hüsnüzan beslediği bu zattan dua talebinde bulunabilirler. Haddizatında kırk-elli sene müstakim bir çizgide yaşayan böyle sâdık bir insana karşı hüsnüzanda bulunulması tabiîdir ve bunun asla hafife alınmaması gerekir. Böyle bir vefa ve sadakati hafife alma, bir mânâda Allah’ın hoşnutluğunu hafife alma ve Allah’a karşı bir saygısızlık demektir. Hatta ben, böyle bir zatın mefkûreyi ne denli derin bir düşünceyle ele aldığına, temel çerçevesiyle ne kadar onu kavrayıp ihata ettiğine ve yapması gerekli olan şeyleri ne ölçüde yapmış olduğuna bile bakmam. Meseleyi bütün bunlardan tecrit ederek onun sadece durması gerekli olan bir kapının önünde durması ve o eşiğe bir ömür boyu başını koyması açısından bakar ve bunu çok önemli görürüm. Meselâ Hazreti Pîr’in mebde-i hayatından, münteha-yı hayatına kadar geçen sürede hiç tavır değiştirmeksizin o sağlam ve dimdik duruşu, sizin kitaplar dolusu dua döktürmenizden çok daha önemli olabilir. Bu açıdan bazıları gözüne kestirdiği böyle bir kimseye gelerek ondan dua talep edebilirler. Fakat böyle bir durumda o şahsın da kulluk konumunun farkında bulunması ve haddini bilmesi gerekir. Evet, diğer insanlar kendilerine düşeni yaparak böyle bir zata gelip ondan dua talebinde bulunabilirler. Bu durum karşısında ise o insanın, fevkalade mahviyet ve tevazu içinde, haddini bilerek; “Allah’ım bunlar hüsnüzan edip benden dua talebinde bulunuyorlar. Onları bu zanlarında yalancı çıkarma. Bu insanlara karşı alâkasız kalmaktan utanıyor ve onları geri çevirmekten hicap duyuyorum.” deyip isteyeceğini Cenâb-ı Hak’tan istemesi gerekir. Duasına icabet buyrulduğu takdirde de böyle bir neticenin Allah’tan olduğunu hiçbir zaman unutmamalı; bunu, bir ölçüde dua isteyenlerin hüsnüzannına ve onların Cenâb-ı Hakk’a samimi teveccühlerine bağlamalıdır. Bu mülâhazalarla meseleye yaklaşılırsa, hem şirke girilmemiş hem de dua istenilen insanın enaniyeti beslenmemiş olur.

Bu mevzuda herkesin temkinli hareket etmesi gerekir. Eğer Allah (celle celâluhu) birinin eliyle bir başkasına şifa verdiyse, bu, her zaman ve her hâlükârda Allah’tan bilinmelidir. Meselâ, dua edecek kimse elini hastanın üzerine koyarken; “Ya Rabbi! Ne olur Efendiler Efendisi’nin mübarek eli de elimin üzerinde olsun ve bu insan bu rahatsızlığından sıyrılsın. Ben biliyorum ki, böyle bir netice benim elimle hâsıl olacak bir şey değildir. Fakat madem bu insanı, hüsnüzannı buraya kadar getirmiş, Sen onu geriye boş çevirme. Riayetinle, kilaetinle, inayetinle ona şifa ihsan eyle!” diyerek meseleyi gerçek Sahibine vermeli; verip kendisi o işin içinden sıyrılmalıdır.

Ayrıca günümüzde bazılarının yaptıkları gibi, hususi ocaklar, dua ve kehanet evleri açma, oralarda gelene gidene muska yazma, bu işi bir meslek ve sanat hâline getirme gibi uygulamaların din-i mübîn-i İslâm’da yerinin olmadığını ifade etmemiz gerekir. Duanın yapılacağı yerler ve yapılma mülâhazası vardır. Ancak bu işin bir sanat hâline getirilerek şifanın ille de bu yolla oluyormuş gibi gösterilmesi dua edenin kendisine bir şeyler izafe etmesi mânâsına geleceğinden dolayı çok tehlikeli ve çok hatarlıdır. İnanan mü’minler olarak biz, her zaman temkinli olmalı, kendimizi düz insan olarak görmeli, düz insan nazarıyla dua etmeli ve bütün hayatımızı böyle bir şuur ve hassasiyet içinde geçirmeliyiz.