Muhasebe ve İstiğfar

Muhasebe ve İstiğfar
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Muhasebe ve İstiğfar

     İnsanlığın İftihar Tablosu (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

“Her birerleriniz râî (çoban) ve hepiniz elinizin altındakinden sorumlusunuz.” (Buhârî, cuma 11; Müslim, imâre 20)

     Bu hadise göre herkesin sorumlu olduğu bir alan vardır ve herkes mesuliyetinin hesabını verecektir. Mesela bir köyün, bir kasabanın, bir vilayetin veya bir ülkenin başında bulunan kimse bulunduğu yerde hakkı ve adaleti tesis etmekle, nizam ve ahengi sağlamakla, raiyyetini görüp gözetmekle sorumludur. Dolayısıyla bu tür kimselerin mesul oldukları yerde meydana gelen her türlü olumsuzluk karşısında kendilerini sorgulamaları gerekir. Böyle bir tavır, basiretin, hakkaniyetin ve Allah korkusunun bir ifadesidir. Onların kendi muhasebelerini yapmadan dışarıda suçlu aramaları ise nankörlük ve körlüklerinin göstergesidir.

     Hususiyle insanlığa diriltici bir ruh üflemeyi hayatlarının gayesi bilen adanmışların, kuraklığı dahi kendi günahlarına bağlayacak ölçüde derin bir muhasebe insanı olan Hz. Ömer hassasiyetiyle hareket etmeleri çok önemlidir. Cenab-ı Hak’tan dilerim, önemli hizmetler yapmaya muvaffak olmuş dava adamları içinde bu ufka, seviyeye ulaşmış insanlar yetişmiş olsun. İnsanlığa âb-ı hayata giden yolu böyleleri gösterecek ve yeni bir dirilişe onlar vesile olacaktır. Meydana gelen bütün olumsuzlukları kendinizden bilecek ölçüde bir muhasebe insanıysanız ve Allah’la çok sıkı bir irtibatınız varsa şunu çok iyi bilmelisiniz ki, Cenab-ı Hak zaman zaman sizi bir kısım şefkat tokatlarına maruz bıraksa bile, bunlar gelip geçici olacak, karanlık gecelerin arkasından mutlaka güneş ufkunuzu aydınlatacaktır. Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar bilemeyiz.

Adanmışlarda Sorumluluk Şuuru ve Muhasebe

     Evet, bizim için asıl üzerinde durulması gereken mesele, kendi muhasebemizi yapmaktır. “Biz düzgün insanlardık, istikamet içinde yürüyorduk, insanlığa faydalı hizmetler yapıyorduk, niye başımıza bu sıkıntılar geldi?” şeklindeki düşünceler bizi yanlış bir yola sevk edebilir. Bu konuda mü’mince mülahaza şu olmalıdır: “İhtimal ki bir kısım eğriliklerimiz vardı. Belki Allah’a tam teveccüh edemiyorduk. Belki inanılması gerektiği gibi inanamıyorduk. Belki amel-i salihte kusur ediyorduk. Belki bize emanet edilen konumun hakkını tam veremiyorduk. Belki Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği imkânları gerektiği ölçüde değerlendiremiyorduk…” Bunları düşünerek her fırsatta kendimizle yüzleşmeli, tevbe ve istiğfarla Cenab-ı Hakk’a yönelmeliyiz. Böyle bir tavır, Allah katında pak ve temiz kalmanın çok önemli vesilelerindendir. Bugüne kadar pak kalanlar böyle kalmışlardır. Daimî bir muhasebe ve murakabe duygusuyla kendinizi sürekli kontrole tabi tutmaz, hesaba çekmezseniz önünüzdeki terakki yolları tıkanır, Allah’la münasebete geçemez, maiyyetin kokusunu alamaz, aşk u iştiyak nedir bilemezsiniz.

İnsanlığın İftihar Tablosu’nda Muhasebe Ufku

     Günah, İnsanlığın İftihar Tablosu’ndan (sallallahu aleyhi ve sellem) fersah fersah uzaktır. Allah geçmişte O’na günahın hayalini bile yaşatmamış, geleceğe ait de günaha giden bütün kapıları kapamıştı. Buna rağmen O, Allah’a günde yetmiş defa istiğfar ediyordu. Kurban olayım Sana, neye istiğfar ediyordun? Kıtmir; günahın, Senin hayaline dahi gelip çarpacağına ihtimal vermiyorum. Allah Resûlü’nün böyle davrandığı bir noktada siz de kendinize böyle bakarsanız, Allah Teâlâ’nın size bakışı o zaviyeden olur. Her zaman bir arınma, temizlenme, pir ü pak olma mülahazası içinde yaşarsanız, sizi muhafaza buyurur, üzerinize günahın tozunu dahi kondurmaz.

 “Kim Allah içinse, Allah da onun içindir.”

     “Kim Allah içinse, Allah da onun içindir.” Yani kim kendini Allah’a adamışsa, Allah deyip oturuyor, Allah deyip kalkıyor, hep Allah’ı düşünüp O’nunla ilgili mülahazaları heceliyor ve daima bunlarla geceliyorsa, Allah da katiyen onu yalnız bırakmaz, inayet ve riayetini onun üzerinden eksik etmez. Bu sebepledir ki dualarımızda;

“Allahumme kün lenâ velâ tekün aleynâ” diyoruz.

     Yani Allah’ım bizim lehimize tecellilerini gönder ve bize teveccühte bulun, aleyhimize olma!

     Bir mü’mine düşen vazife, hayatının her karesinde Allah’la münasebet açısından nerede durduğunu bilmek ve hayatını bir muhasebe insanı olarak geçirmetir. Nitekim hesabınızı burada görürseniz, âhirete hesabı görülmüş olarak gidersiniz. Elinize özel bir pasaport verilir, hesap sorulmadan “geç” denilir ve siz de berzahı aşar, mahşeri geçer, sırattan uçar, Cennet’e girer ve rü’yet ü rıdvana kavuşursunuz. Bunun içindir ki Hz. Faruk-u Azam, “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz!” der.

     Hayatınızı hesaplı yaşar, sürekli nefsinizle yaka paça olur, vaktinizi hep tefekkür, tezekkür ve tedebbürle geçirirseniz, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün Cenab-ı Hakk’ın rızasına nail olursunuz. Kendi muhasebenizi yapmazsanız, başkalarının hesabıyla meşgul olursunuz. Daha doğrusu şeytan sizi başkalarıyla meşgul eder. Dolayısıyla bir türlü ulaşmanız gerekli olan yere varamazsınız. Kendiniz manevî dünyanız adına darmadağınık bir hayat yaşamasanız da başkalarının eğri büğrü oluşlarıyla uğraştığınızdan dolayı bir türlü derlenip toparlanamazsınız.

     İnsan sürekli kalbinin ritmini kontrol etmeli, hayatının ince hesabını tutmalıdır. Aksi takdirde o, kısa sürede sığlaşır; sığlaştıkça da başkalarının kusuruna takılır kalır, sürekli onların kusurlarını sayıp dökmekle meşgul olur da bu arada kendini unutur. Kendini unutan ise farkına varmadan dünya kadar kusurun içine girer.. dünyayla meşgul olurken ukbayı unutur.. bugünle meşgul olurken yarınsız hâle gelir.

Kur’ân-ı Kerim’de Muhasebe ve İstiğfar Ufku

     Kur’ân-ı Kerim’de onlarca âyet-i kerimede mü’minlere muhasebe ve istiğfar ufku gösterilir. Mesela Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından her akşam yatmadan önce okunması tavsiye edilen Bakara Sûresi’nin son âyetinde şöyle buyrulur:

“Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma! Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi sırtımıza ağır yükler yükleme! Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma! Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize! Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize!”(Bakara Sûresi, 2/286)

     Âl-i İmrân Sûresi’nde de adanmışların önemli bir özelliği olarak muhasebe ve istiğfarları gösterilir. Onların düşmanları karşısında nasıl mukavemet gösterdikleri anlatılır:

“Nice peygamberler gelip geçti ki onlarla beraber, kendisini Allah’a adamış birçok rabbanîler savaştı. Onlar, Allah yolunda başlarına gelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar, zayıflık göstermediler, düşmanlarına boyun da eğmediler. Allah böyle sabırlı insanları sever.” (3/146)

     Ardından da şöyle buyrulur:

“Onların bu durumda dedikleri sadece şu oldu: “Ey bizim kerîm Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı affet! Ayaklarımızı hak yolda sabit kıl ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım eyle!”(3/147)

     Âyetin sonunda Allah’tan nusret ve yardım talebi dile getirilir. Ama bunun öncesinde “ribbîler” kendileriyle yüzleşiyor, hata ve günahlarına istiğfar ediyor ve arınıyorlar. Allah Teâlâ Kendisine sığınanların taleplerini hiç karşılıksız bırakır mı? Bırakmıyor. Bir sonraki âyet-i kerimede onların bu taleplerine Cenab-ı Hakk’ın nasıl cevap verdiği şöyle ifade buyruluyor:

“Allah da onlara hem dünya mükafatını, hem ahiret mükafatlarının en güzelini verdi. Çünkü Allah, ihsan ehlini sever.” (3/148)

     Allah (celle celâluhû) böylelerini lütfundan, kereminden, fazlından, ihsanından mahrum bırakmıyor; onları hem dünyada ulaşmak istedikleri maksutlarına ulaştırıyor hem de onlara en güzel âhiret nimetlerini ihsan ediyor.

Lütuflara Nail Olmanın Yolu

     Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Allah’ın lütuflarına nail olmanın öncelikli şartlarından biri arınma, tevbe ve istiğfardır. Bu açıdan inanmış bir insanda arınma konusunda ciddi bir azim ve kararlılık, ceht ve gayret olmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için insanın kendisiyle meşgul olması, kendini ciddi bir muhasebe ve murakabeye tâbi tutması gerekir. İnsan bilmelidir ki şikâyet edeceği bir durum varsa şikâyetin ilk muhatabı kendi nefsi olmalıdır. İnsan ne kadar temiz bir hayat yaşarsa yaşasın, böyle bir muhasebe duygusuyla Allah’a yönelmesinde fayda vardır. Zira bu, onun Allah’a bağlılığını, kulluktaki samimiyetini gösterir. Ayrıca böyle bir tavır onu başkalarına atf-ı cürümde bulunmaktan, başkalarının suçlarına takılıp kalmaktan, sürekli dışarıda suçlu aramaktan da korur.

     Bu şuurdaki insan kendi kırık ve çatlaklarını hızlı bir şekilde tamir ve tedavi etme imkânı bulur. Âyet-i kerimede de ifade edildiği gibi dünya ve âhiret saadetine ancak bu kimseler kavuşacaklardır.