Sürekli Hatırlanması Gereken Şey: Günah

Sürekli Hatırlanması Gereken Şey: Günah
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Allah kelam-ı ezelisinde “Allah
onların günahlarını hasenata tebdil eder” buyuruyor.
Bu, günahkar insanlar için aslında büyük bir beşarettir.
Fakat bu ayete mâsadak olabilmek için kulun da yapacağı
şeyler vardır. Bir; günah insanî ilişkiler alanında
cereyân etmişse yani kul hakkı söz konusu ise, mutlaka
karşı taraftan helallık almak. İki; işlenen o günahı
bir ömür boyu hatırlamak, onun ızdırabını sînesinde
dâima canlı ve taze olarak hissetmek. Bu hususu bir
başka yerde şöyle ifade etmiştik; “Günah çok kötü
bir şeydir; ancak bir yerde iyi sayılabilir. O da
kulun bir günaha girdikten sonra bir ömür boyu onun
için âh u vâh etmesi halidir. Mesela, harama im’ân-ı
nazar ederek (dikkatlice) bakan, fakat yıllar sonra
bile onu hatırladıkça iki büklüm olup Rahmet kapısına
yönelen bir kul için o günah pek çok hayırlara gebe
olabilir.”

Bu iki şey yapılabilirse şayet,
Allah o kulu ahirette rezil etmez. Ama günah işlenmiş,
unutulmuş ise aynı neticeden bahsetmek oldukça zor
olsa gerek. Evet, aslında unutulması gerekli olan
şeyler iyilikler ve güzelliklerdir. Zannediyorum günümüzde
çok müslümanlar bu iki hususu birbirine karıştırıyor,
unutulması gerekli olanları unutmuyor, unutulmaması
gerekli olanları da unutuyorlar.

Bu meselenin bir diğer buudu ise
şudur; insan olan herkesin ve hepimizin Rabbi ile
olan irtibatı adına eksiklikleri, işlediği günahları
vardır. Arzu ederiz ki Allah affetsin onları. Fakat
aynı arzuyu başkalarının günah ve hataları adına da
duymak gerekmez mi? Niçin o arzuyu izhar etmiyoruz
biz? Allah hepimizin Allah’ı; O Raûf, O Rahîm ve O
Kerim. “Rahmetî vesiat külle şey’” buyuruyor, yani
rahmeti herşeyi ihâta etmiş. O’nun âdet-i sübhânîsi,
çamurun içinde duran kimseleri hemen tutup çıkarması,
yıkaması, üzerine gül suları serpiştirmesi ise şayet,
bizim onları çamur içinde görmeye hakkımız yok ki.
Dilerse affeder onu. Dolayısıyla yukarıda ifade etmeye
çalıştığımız “günahları unutmama”yı herkes kendi adına
yapmalı. Elli sene evvel de işlemiş olsa, onu yeni
işlemiş gibi bütün inciticiliğiyle duymalı. Bu açıdan
“Ben biliyorum ki, falan zat falan zamanda şunu yapmıştı,
ama bu günahın hacâletini hiç de üzerinde görmüyorum.”
demeye hiç kimsenin hakkı yok. Nereden biliyorsun
onun içinde boyundurukların dönmediğini, için için
ızdırap çekmediğini?!

İslamî Denge Ve Mürşid
İhtiyacı

İslam bir denge dinidir. Maddî ve
manevî âlem adına koymuş olduğu ölçüler bunun şahididir.
Fakat bunları gösterecek dimağlara özellikle günümüzde
çok ihtiyaç var. Bu ufku yakalayamayan bir çok insanın
yönlendirilmeye, sürekli nezaret edilmeye ihtiyaçları
olduğuna inanıyorum. Aksi halde böylelerinin dine
ve topluma zararlı olduğu muhakkak. Şöyle ki, bahsini
ettiğimiz özellikteki kişiler, ilim adamları, master,
doktora talebeleri sistemin gerektirdiği ölçüler içinde
çalışıyor. Başkalarının görüş ve düşüncelerini aktarmayı
ilmî çalışma olarak kabulleniyorlar. Bunu yaparken
de belki farkında değiller ama kendi gönüllerinin
ilhamlarını öldürüyor, kendi ruhlarının dilinden kilidi
çözmüyor/ çözemiyorlar. Dolayısıyla bugün bir çeşit,
yarın bir başka çeşit konuşuyor, en son okuduğu kitabın
havasına giriyorlar. Dimağlarda donukluk, söylenen
şeylerde zıtlıklar oluyor böylece.

Bazılarında da tam tersi şey geçerli.
Onlar da alabildiğine serbest ve hür düşünceli. Sürekli
beyin firtınaları ve sancıları içinde. Ama bunlar
da dinin getirdiği temelleri tam anlamıyla bilemediklerinden
ölçüsüz, bazan da İslam’a zıt şeyler söyleyebiliyorlar.
Bu açıdan ilk sınıfta yer alanlara İslam’ın hayatın
hiçbir alanında boşluk bırakmayan dengelerini hatırlatacak,
gösterecek; diğerlerine de basit seviyede dahi olsa
İslam’ın usûlüne ait değerlerini gösterecek, öğretecek
denge insanlarına ihtiyaç olduğu kesin.

Işığın Göründüğü
Ufuk

Bazan ışık görünür. Aradan on sene
geçer, yirmi sene geçer, ışık hala göründüğü ufukta
durur, bir santim ilerleme kaydetmez. Neden? Çünkü
insanların azmi, kasdı, kararlılıkları, plânlarının
ciddiyeti, uygulanabilir oluşu şart-ı âdî planında
müessir şeylerdir. Eğer bunlarda bir eksiklik ve aksama
söz konusu ise, ışık göründüğü yerde görüne durur
fakat siz yürümenize rağmen bir türlü tünelin öbür
ucunu bulamazsınız. Bununla beraber ışığın göründüğünü
kabul etmelisiniz. O zaman ya; “Ne yapalım! Işık biraz
erken görünmüş.” veya “Biz ışığa doğru yürürken âhesterevlik
ediyoruz.” ya da; “Atâ-i ilâhî burada ayrı bir cilve
ortaya koyacak.” diyeceksiniz.

Bu çerçevede bir hususu tekrar hatırlatmak
isterim; bazan dünyanın herhangi bir yerindeki muvaffakiyet,
başka yerlerde muvaffakiyete giden yolu tıkayabilir
ve sistemi felç edebilir. Cüz’î dairedeki tekevvün
‘hepten’in önünü kesebilir. Zira o muvaffakiyet başkalarının
gıpta damarlarını harekete geçirmiş, haset duygularını
kabartmış, düşmanlık yapmalarına zemin hazırlamıştır.
Mesele, dininizi anlatma, hakkı başkalarına duyurmadır.
Dinimizi anlatma istikametindeki bir başarı başka
bir yerde kendilerine rakip kabul etmeyenlerin harekete
geçmesine sebebiyet verebilir. Öyleyse, bir yerde
doğum yaptırtıp diğer yerlerde kısırlaşmaya, kısırlaştırmaya
sebebiyet vermeyin. Unutmayın, hâmile olan bütün analar
doğum yaptığı zaman başkalarının yapacağı bir şey
kalmamış demektir.

Yağmur Yağarken

Yağmur yağıyor şu an. O yağmur -ki
diğer adı rahmettir- Allah’tan, rahmet semasından
yeni kopup gelen şeyin adıdır. O şimdi üzerinde öbür
alemin çizgilerini taşıyor, o aleme ait turfanda televvünlere
âyinedarlık yapıyor. Bu esnada eğer gönüller Allah’a
teveccüh eder, diller O’nu mırıldanırsa, Allah o duaları
kabul buyurur. Şimdi siz, sizin için hayatta en önemli
gaye ne ise, o gayeye kalbinizi kilitleyerek Cenab-ı
Hakk’a dua edin, o meramınızı isteyin. “Güzel söz
O’na çıkar, iyi amel O’na yükselir.” diyor Kur’an.
Dolayısıyla O’ndan gelenlerin geldiği şu anda, O’na
gidecek şeylerin gitmesinde bir kolaylık söz konusudur.
Yani gök kapıları açık, rahmet geliyor, yerden kelimeler
de O’na yükseliyor.

İsterseniz benim kelimelerime kalbinizin
heyecanıyla iştirak edebilir, amin diyebilirsiniz:
“Allâhümme a’li kelimete’llâhi ve kelimete’l-hakki
ve dîne’l-İslami fî külli enhâi’l-âlem. Veşrah sudûranâ
ve sudûra ibâdike fî külli enhâi’l-âlemi ile’l-îmâni
ve’l-İslâmi ve’l-ihsâni ve’l-Kur’ân vestahdimnâ fî
hâzâ’ş-şe’n. Vec’alnâ min ibâdike’l muhlisîne’l muttakîne’l
veriîne’z zâhidîne’l mukarrabîne’r râdîne’l merdıyyîn.
Allâhümme yâ müfettiha’l ebvâb! İftah lenâ ümmete
Muhammedin sallâhu aleyhi vesellem lâsiyyemâ ihvânî
ve ehavâtî ve asdikâî ve sadâikî ve ahbâbî ve ehibbâî
hayra’l-bâb. Rabbenec’al lenâ min emrinâ ümmete Muhammedin
sallahu aleyhi vesellem lâsiyyemâ emra ihvâni ve ehavâti
ve asdikâi ve sadâikî ve ahbâbî ve ehibbâî fî külli
enhâi’l-âlemi ferecen ve mahrecâ, ve sallallâhu alâ
seyyidina Muhammedin ve alâ âlihî ve ashâbih.”

(Allahım! Yüce adını, hak kelamını
ve din-i mübin-i İslam’ı dünyanın dört bir tarafında
yücelt! Gönüllerimizi ve dünyadaki bütün kullarının
kalblerini imana, İslam’a, ihsana ve Kur’an’a aç!
Bizi bu yolda istihdam eyle! Bizleri ihlâslı; kılı
kırk yararcasına takva hayatı yaşayan; zühdü esas
edinen; kurbiyetine mazhar olup Senin yakınlığını
kazanmış; Sen’den razı olmuş, Senin de kendilerinden
razı olduğun kullarından eyle! Allahım, her kapıyı
açan Rabbim! Biz Ümmet-i Muhammed’e (sallallahu aleyhi
vesellem), hususen kardeşlerimiz, dostlarımız ve sevdiklerimize
hayır kapılarını aç! Ey Rabbim! Biz Ümmet-i Muhammed’e
(sallallahu aleyhi vesellem) ve hususiyle de dünyanın
dört bir tarafındaki kardeşlerimiz, dostlarımız ve
sevdiklerimize bir rahatlık, sıkıntılarına bir çıkış
yolu ihsan eyle! Salat u selam Efendimiz (aleyhissalatu
vesselam), âl ve ashabı üzerine olsun.)