Yeraltı Zenginliklerimiz ve Bize Düşen Sorumluluklar

Yeraltı Zenginliklerimiz ve Bize Düşen Sorumluluklar
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: “Rızkı, yerin derinliklerinde arayın.” hadis-i şerifi mü’minlere ne türlü vazifeler yüklemektedir?

Cevap: Allah (celle celâluhu) insanı yarattıktan sonra, ona, “Git, yeryüzünde başının çaresine bak!” dememiştir. Aksine onu öyle bir zemin ve talimgâha göndermiştir ki, sanki her şey başının ucunda duruyor gibidir. Ne var ki bizim, evimizde otururken “bütün bunlar gelsin ve burnumuzun dibinde sarksın” diye beklememiz doğru değildir. Çünkü dâr-ı hikmet olan bu dünyadaki hâdiseler, esbap dairesi içerisinde cereyan eder ve biz de esbaba riayetle mükellef ve memur kılınmışız. Ahirete gelince, orası kudret yurdudur. Orada hikmet bir adım geride, kudret ise bir adım öndedir. Orada akıldan, hatta hayalden geçen şeyler bile insanın önünde hazır olabilir. Esasında Cenâb-ı Hak, kabul buyurduğu dualarla, dünyada da bunun bazı örneklerini bize göstermektedir. Bazen bakarsınız duada istediğiniz şey, hemen aynıyla size lütfedilir. Kabul olan bu dualar gibi ahirette henüz dudaklarınızı kıpırdatır kıpırdatmaz veya bir şeyi aklınızdan geçirir geçirmez hemen oluverdiğini görürsünüz. Çünkü orada kudret-i kâhire açıktan açığa tasarruflarıyla kendini gösterecektir.

Henüz Bilinmeyen Maden ve Rızıklar

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de birçok ayette göklerin ve yerin insanın emrine musahhar kılındığını beyan buyurmaktadır. Sağımızda ve solumuzda dal budak salan ağaçlara, şakır şakır akan sulara, emrimize amade olan denizlere, denizlerin altındaki canlı varlıklara, güneşin ziyasına vs. baktığımız zaman, bütün bunların nimetlerle tüllendiğini görürüz. Arzı ve denizleri az kurcalayıp karıştırdığımızda ne nimetlerle ne nimetlerle karşılaşırız. Ancak bir yönüyle bütün bu nimetler esbapla izole edilmiş gibidir. Yani Allah (celle celâluhu) umur-i hasise ile kudretin mübaşereti görülmesin diye bütün bu nimetleri bize perdeli vermektedir. İşte bu perdeli gelen nimetlere ulaşmak için bir yönüyle o perdeleri delmek ve yırtmak gerekir. Meselâ siz bir ağacın meyvelerini devşirmek istiyorsanız, öncelikle çekirdeği toprağa atacak veya fideyi alıp dikecek ve ardından da onun büyümesi için müsait ortamı hazırlayacaksınız. İşte Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem):

اطْلُبِ الرِّزْقَ فِي خَبَايَا اَلْأَرْضِ

“Rızkı, yerin derinliklerinde arayın.” (Beyhakî, Şuabu’l-iman, 2/87; Kenzu’l-ummâl, 4/21, hadis no: 9302) buyurarak, bize, Allah Teâlâ’nın yerin derinliklerinde yaratmış olduğu rızık ve nimetlere ulaşma adına gayret göstermemizi tavsiye ediyor. Nitekim bugün altın, gümüş, bakır, fosfat, uranyum… gibi madenlerin, petrol, doğalgaz… gibi enerji kaynaklarının dünya ekonomisindeki yeri herkesin malumudur. Günümüzde bu maden ve enerji kaynaklarının rezervleri hakkında bir kısım tahminler yapılmaktadır. Ancak bunlar şu an itibarıyla ulaşılabilen rezervlerdir. Yani günümüz şartları altında, bir arıza ve tehlikeye sebebiyet vermeden, insanlar tarafından arzın ne kadar derinliklerine inilebiliyor ve nereleri tetkik edilebiliyorsa, yerin altındaki stoklarla ilgili bilinenler de o kadardır. Fakat jeolojik olarak öyle yerler vardır ki, henüz oralara girilememiştir. Ben meseleyi iptidaî bir alete bağlayarak ifade edeyim. Eğer siz kazmayı vurduğunuz zaman üzerinize mağmaları fışkırtacaksanız, oralarda bir şey aramaya cesaret edemez ve bu kadar derinliklere giremezsiniz.

 

Diğer yandan, bazı canlıların mutasyon geçirmeleri gibi, küre-i arzda sürekli bir istihale vardır. Bu istihaleleri yaratan Allah (celle celâluhu) arzın altında sürekli yeni yeni rızıklar da yaratabilir. Bizim bitip tükeneceğini sandığımız bir kısım şeyleri, Allah’ın tekrar tekrar yaratmayacağını kim söyleyebilir? Zira kim bilir, şimdiye kadar küre-i arzda ne değişimler olmuştur, kim bilir kaç defa kutuplar yer değiştirmiş, kaç defa dağlar yerini denizlere, denizler de dağlara terk etmiştir. Bu açıdan yerin altındaki maden ve enerji kaynaklarının rezervleriyle ilgili ortaya atılan iddiaların, spekülasyon ve göz bağcılık maksadına matuf yapılabileceğini de bir ihtimal olarak göz ardı etmemek gerekir. Böyle yapmakla bazı güç odakları, kendi çıkarları doğrultusunda diğer insanları uyutup aldatmak isteyebilirler.

İnsanı Anne Şefkatiyle Kucaklayan Arz

Asıl konumuza dönecek olursak, Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de:Soru: “Rızkı, yerin derinliklerinde arayın.” hadis-i şerifi mü’minlere ne türlü vazifeler yüklemektedir?

أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا

“Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?” (Nebe sûresi, 78/6) buyurmak suretiyle, arzın, insan için ehemmiyetine dikkat çekmektedir. Bu âyet-i kerimede, Allah Teâlâ, sanki annesinden henüz dünyaya gelmiş bir bebek gibi aciz ve zayıf durumda olan insanoğlunu, yeryüzünde merhametsizliğe terk etmediğini, arzı onun için âdeta annenin elleriyle ırgalanan ve maması başının ucunda bulunan bir beşik şekline koyduğunu ifade ediyor. Şimdi böyle bir rahatlık içinde bulunan ve kendisine bu şekilde nazar-ı merhametle bakılan insanoğlu, iradesinin hakkını verdiği takdirde, Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzündeki bütün nimetlerinden istifade edebilir. Ne var ki, mevcut imkânlar, insanın gözünü kör ettiğinden dolayı, o, küre-i arzda sergilenen nimetleri tam olarak göremiyor. Oysaki çok ciddi bir acz u fakr duygusuyla, ihtiyaç ve ızdırar ruh hâletiyle, insan gözlerini açıp etrafına bakabildiği takdirde, çevresinde daha önce göremediği nice nimetlerin var olduğunu ve o nimetlerde daha önce farkına varamadığı nice buud ve derinliklerin bulunduğunu görecektir.

 

Enbiya-yı izâm, kâinatta mevcut olan nimetlere ulaşma adına, “bunların şifreli anahtarını bulun, onunla bu nimetlerin kapısını açın ve onlardan istifade edin” demiş ve aynı zamanda Kur’ân, Tevrat ve İncil gibi ilâhî mesajları göstererek “anahtar olarak bunları kullanın” diye bize yol göstermiştir. Dolayısıyla yeryüzünde bulunan nimetlerden istifade etme adına bizim de elimize Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan gibi bir anahtar verilmiştir. Fakat ne acıdır ki biz bu anahtarı bilhassa son asırlar itibarıyla kullanamamış ve bu nimetlerden istifade etme yolunu bulamamışız. Bunun yerine fâikiyet mülâhazası, zafer sarhoşluğu, cismanî arzuların peşinde zevk u safa düşüncesi, ferdî menfaat ve çıkar mülâhazası gibi insan iradesini felç eden hastalıklara tutulmuşuz.

Bu arada dünyaya hükmetme arzusu, ekonomik güce ulaşma isteği gibi dürtüler başkalarının arzularını tetiklemiş ve onları harekete geçirmiştir. Bunlar bir madeni arıyorken zamanla karşılarına bir başka unsur çıkmış ve böylece araştırma, tetkik ve tecrübe aşkıyla tabiatı kurcaladıkça yeni yeni şeyler bulmuşlardır. Bunun neticesinde dünyanın değişik bölgelerinde petrol rezervlerinin, önemli maden yataklarının bulunduğu yerleri keşfederek oraları ele geçirme planları yapmışlardır. Daha sonra bu mütegallip güçler, Devlet-i Âliye’nin parçalanmasını kararlaştırmış ve: “Biz Osmanlı’yı parçalarsak, her birimiz onun bir yerine konarız. Bazılarımız Bingazi’ye, bazılarımız Irak’a, bazılarımız İran’a, bazılarımız da Arap Yarımadası’na konar ve böylece önemli bir servet üzerinde oturan Osmanlıların bu topraklarını ellerinden alır ve değerlendiririz.” demişlerdir. O dönemde Devlet-i Âliye bu meseleyi ne kadar hissetmişti, ne derece bunun farkındaydı ve ne derece bunları değerlendiriyordu, bütün bunların münakaşası yapılabilir. Fakat inkâr edilemez bir vak’a var ki, bir dönemde bizim dünyamızda, düşünce ve aksiyon insanı adına ciddi bir kaht-ı rical yaşanmıştı ve bütün bunlara karşı koyacak bir entelektüel kadro yoktu. Batı ise, o dönemde bir Rönesans ve sanayi inkılâbı yaşıyordu. Büyük değişimler geçiren Batı, dünyayı keşfetme yoluna girmiş ve ciddi bir araştırma aşkıyla eşya ve hâdiseleri didik didik etmeye başlamıştı. Tabiî bu arada Batılılar, “min gayr-i kastin” hiç ummadıkları şekilde bazı yeniliklerle de karşılaşmışlardı. Gümüş ararken altın bulmuş, altın ararken zebercede ulaşmış ve zebercet ararken de yakutla buluşmuşlardı. Bütün bunlar onlarda yeni oluşum ve mülâhazalar hâsıl etmişti.

Hakikat Âşıklarına Muhtacız

Geçmişte olduğu gibi bugün de, dünyaya hükmetme, sözünü dinletme, gözünün içine baktırma gibi mütehakkimane bir anlayışa sahip olanlar vardır ve bunlar dünyanın değişik bölgelerinde yer altı, yer üstü zenginliklerine bütünüyle sahip olabilmek için meşru-gayr-i meşru her türlü vasıtayı mubah görmektedir. Meselâ ülkemizde petrol, altın, gümüş ve daha başka madenlerin bulunduğu tahmin edilen bazı yerlerde kapatılmış arazilerin var olduğu o sahanın uzmanları tarafından ifade edilmektedir. Dolayısıyla bu mevzuda irademizin hakkını verip kendi zenginliklerimize sahip çıkmazsak bir kez daha hasret ve hicran yaşamamız kaçınılmazdır.

Hususiyle günümüzde yemenin, içmenin, hayatı rahat bir şekilde yaşamanın, değişik seyahat vasıtalarında kullanılacak malzemeler üretmenin yanı başında enerji kaynakları çok önemli bir faktör haline gelmiştir. Bir yönüyle her şey dönüyor, dolaşıyor ve geliyor enerjiye dayanıyor. Zira aydınlatmadan yollardaki vasıtalara, ondan havadaki uçaklara kadar pek çok şey enerjiye muhtaçtır. Enerji bu derece önem arz ettiğinden dolayı, bu mevzuda hemen her yerde ciddi bir yoğunlaşmanın olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün bizim insanımız da, Allah’ın izni ve inayetiyle, yeniden kendi bölgesinde imrenilen, takdir edilen bir konum ihraz etmeye başladı. Anadolu insanı şimdilerde çok farklı coğrafyalarda farklı ülkelerle dostluk köprüleri kuruyor, ticarî, iktisadî münasebetler tesis ediyor. Bu noktada bizim en çok ihtiyaç duyacağımız şey, araştırma aşk u iştiyakıyla dopdolu ve aynı zamanda araştırmalarıyla hakikati bulmaya ve onları sonsuza bağlamaya azmetmiş ilim adamları ve hakikat âşıklarıdır. Natüralizm ve materyalizm, insanı ancak belli bir yere kadar götürebilir. Evet, bu telakkiler, nereye kadar gitmesine müsaade ediyorsa, insan ancak oraya kadar gidebilir. Zira bu sistemler maddenin sınırlarıyla muhattır. Dolayısıyla araştırmacının araştırmaları da o noktada son bulacaktır. Fakat namütenahinin talibi ve bir “hel min mezid” ferdi olarak siz, “daha, daha” diyerek meseleyi sonsuza kadar götürebilirsiniz. İşte bu engin anlayışla, bizim ilim adamlarımız ve araştırmacılarımız, kendilerine tahsis edilen laboratuvar ve araştırma merkezleriyle arzın derinliklerini âdeta delik deşik edecek, tâ magmalara kadar inecek, yer altının katmanları arasında insanlığa yararlı ne varsa bulup çıkaracak, yeryüzünü çok iyi sağacak ve her gün kotaracakları yeni yeni şeylerle insanımıza ve insanlığa faydalı olmaya çalışacaklardır.