Posts Tagged ‘Çözüm Süreci’

425. Nağme: Haramîlik Yırtıklarına Paralel Yaması ve Terör

Herkul | | HERKUL NAGME

BAMTELİ – ÖZEL

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yeni sohbetinden satırbaşları:

Öyle Fitne Günleri ki Maktul Niçin Öldürüldüğünü Kâtil de Neden Öldürdüğünü Bilmez

*Hadis-i şeriflerde âhir zamanda meydana gelecek bazı fitneler ve dâhiyeler, belalar haber veriliyor. Asr-ı Saadet’in son döneminde, Seyyidina Hazreti Ali’nin devrinde de bir kısım örnekleri gerçekleşmiş. Ama Hazreti Pîr’in ifade ettiği gibi, onlar Hazreti Ali’ye çarpmış, kısmen kırılmış. Harûrilerin hareketi, Haricîlerin hareketi, Sahabi içinde bir kısım hakikatleri Hazreti Ali Haydar-ı Kerrâr kadar kavrayamamış kimselerin hareketleri, küçük fitne kıpırdanışları olmuş. Fakat Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) o meselenin zirve yaptığı dönemden bahsediyor. Mesela, “Ölen ne için öldüğünü bilmeyecek, öldüren de neden onu öldürdüğünü bilmeyecek!” buyuruyor.

*Hemen her yanda Kamu (Albert Camus)’nun başkaldırma felsefesinin çağımızdaki temsilcileri! “Bütün değerlere başkaldır, bütün değerleri yerle bir et!” Dünyanın her yerinde ve Türkiye’de senelerden beri kana susamış gibi sürekli kan döken insanlar.. ve tabi bunun karşısında da bu korkunç probleme karşı, yapılması gerekli olan şeyleri yapamayacak kadar basit dimağlar.. diplomasi bilmeyen insanlar; probleme çare üretemeyen insanlar; bu korkunç hastalığa reçete sunamayan serkârlar, pîşuvâ görünen, pişdar görünen ama bir yönüyle köy koruculuğu bile yapamayan insanlar…

Yalancı Reçetelerle Problemler Çözülemez

*Kan dökenler! Bu bir yönüyle o “Kitâbu’l-fiten ve’l-melâhim”den bir kısım kareler ihtiva ediyor. Günümüzde öyle bir zirve yaptı ki, Irak’a bakın, Suriye’ye bakın, Mısır’a bakın, Bangladeş’e bakın, Myanmar’a bakın ve Türkiye’ye bakın! Düne kadar sadece belki bir yerde bir şey oluyordu, “PKK” deyip -bir açıdan- soluklanıyordunuz, teselli oluyordunuz. Keşke o dert baştan keşfedilebilseydi; üzerine balyozla gidilmeseydi; bazı kimselerin o serkârlara bu mevzuda şöyle böyle sundukları reçeteye riayet edilseydi. Eğitim gerektiği gibi ele alınsaydı; sağlık gerektiği gibi ele alınsaydı; orada emniyet -bir yönüyle- hanelerin bekçisi haline gelseydi; mülkiyeliler ona göre olsaydı; asker herkesi şefkat ile kucaklasaydı; öğretmenler talebeleriyle beraber herkesi şefkat ile kucaklasaydı.. ve meşru dairede onların istekleri yerine getirilseydi, herhalde bu gâile bu ölçüde onulmaz hale gelmeyecekti.

*Anlayamadık, düşünemedik, idrak edemedik; şöyle böyle idrak edenleri de dinleyemedik ve meseleyi bir büyük problem haline getirdik. Sözde “bir süreç, bir süreç” diyerek onunla teselli olduk. Yalancı reçetelerle insana eczanelerden ilaç vermiyorlar! O yalancı reçeteler o korkunç probleme derman olamaz! Keşke dinleselerdi!.. Ama “Sağırdılar.. kördüler.. kalbsizdiler.. alakasız kaldılar!” -hepsi değil- bir kısım serkârlar ve problem büyüdü.

O Onulmaz Yaranın Dermanı Şefkat, Merhamet ve Mülayemettir

*Her şeye rağmen o mevzuda yapılması gerekli olanlar ne ise mutlaka yapılmalıdır: Emniyetten olan samimi, vefâkar arkadaşlar o bölgenin insanını yürekten kucaklasalar; öğretmenler o talebeleri bağırlarına bassalar; gördükleri mesâvî ve uygunsuz tavırlar karşısında, aynı tepkiyi vermeseler. Biri “Aynı tepkiyi veririz!” diyor, aynı tepkiyi vermeseler, mülayim davransalar. Belli beklentilere girmiş, bir kısım yanlış muâlecelerle hırçınlıkları artmış insanlara bir de böyle iğneyle, çuvaldızla, bizle gittiğiniz zaman, iyice tahrik etmiş olursunuz. O korkunç onulmaz yaranın dermanı bu değildir; kucak açmadır, şefkattir, merhamettir, mülayemettir! Vaktinde edâ edilmeyen bu vazife, vaktinden sonra mutlaka kaza edilmelidir.

*Balyozla hizaya gelmiyor; şöyle böyle bir kısım boş, kuru iddialarla da hizaya gelmiyor. O insanlar bir şey bekliyorlardı. Bekledikleri meşru dairede verilmeliydi. Orası parlamalı, bir yıldız gibi kendisini hissettirmeliydi. Oradaki insanlar sefaletten sıyrılmalıydı. Fakir, belli bir dönemde gezdim o bölgeleri. Bazı kimselerin -bağışlayın- ahırlarda yatıp kalktıklarına şahit oldum. Bir kere de bununla tahrik olmuşsa bu insanlar, tahrik olan başkalarını da tahrik eder; derken onlarda ezilme duygusu uyarır; dolayısıyla ezilmiş insanlarda da başkalarını ezenlere karşı bir tepki duygusu, bir reaksiyon duygusu meydana gelir.

*Size düşen vazife, kucaklamaktır şefkat ve mülayemetle. Her şeye rağmen!.. Okullarınız yansa ve buna kimse sahip çıkmasa.. yurtlarınız, pansiyonlarınız ateşe verilse, molotof kokteyli atılsa.. öğretmenleriniz orada öldürülse… Hiç bir şey olmamış gibi, yine o bölgede yapılması gerekli olan şeyler ne ise, fedakârane durup yapmaya çalışmak lazım. O insanlar bizim kardeşlerimiz! Mutlaka onların yanında olmak lazım.

O Koca Yırtıklarınız Paralel Yamasıyla Kapanmaz Arkadaş!..

*Kalkıp bir kısım densizler diyebilirler: “Bu kısım hadiselerin arkasında da paralel maralel…” diye. O yalana kendileri de inanmıyorlar da fakat mesâvîlerini kapama adına, o yırtığı kapamayacak o yama ile kendilerini teselli ediyorlar. O koca yırtığı kapamaz arkadaş; bu minnacık yama kapamaz! Size sorsam hepiniz el kaldıracaksınız: “Vallahi de kapamaz, billahi de kapamaz!” O nöronlara öyle yerleşmiş, kortekse öyle girmiş ki, bugün siz setretseniz bile yarın tarihin sayfalarında sayfa sayfa, kapkara satırlar halinde, kapkara kalemler ile yazılacak.. eğer dünyada iseniz, yüzünüze çarpılacak; öbür âleme gitmişseniz, zebanilerin kırbaçları haline gelecek ve tepenize inecek, inip kalkacak. Kapanmaz!.. O yırtık bu yama ile kapanmaz!.. Vallahi kapanmaz!

*Sokak hareketlerini bile ona isnat etme gibi iftiranın, gıybetin, isnadın, kinin, nefretin böylesi inanın gâvurlarda bile görülmemiştir. Evet, dünyanın hiçbir yanında, çok farklı dinlere, farklı kültürlere sahip insanlardan, bu türlü bir densizlik görülmemiştir.. dine, diyanete, millet ruhuna, kendi ruh ve mana kökümüze sahip çıkan insanlara bu ölçüde bir şenaat ve bir denaet revâ görülmemiştir. Fakat olsun!..

*Ben size bir şey söyleyeyim, onlara da hakkınızı helal edin. Çocuk akıllı insanlar; muhakemesini yitirmiş akılzedeler; onlara da hakkınızı helal edin. Öbür tarafa alıcı olarak gidin. Civanmertliğinizi orada da sergileyin. Bir gün Allah onlarla sizi karşı karşıya getirecek. O mezâlimi kitaplarda sayfa sayfa önünüze serecek: “Siz bunlara bunları da ettiniz, bunları da dediniz, bunları da dediniz.” Şu yiğitlikle orada ortaya atılmalı: “Ya Rabbi, biz bunları görmezlikten geliyoruz. Zannediyorum bir kulağımızdan vurdu, öbür kulağımızdan çıktı. Ne olur ey Erhame’r-Râhimîn! Sen Kendin buyuruyorsun: ‘Benim rahmetin gazabımın önündedir.’ Rahmetinin gazabına sebkat etmesi hakkına, rahmet-i ilâhiyen hakkına, onları da Cennetu’l-Firdevs ile sevindir Allah’ım.” demeli.

Onlar Kardeşlerimizdir; Sulh İçin Elden Gelen Yapılmalıdır!..

*Alacaklı olarak giderseniz, bunu deme civanmertliğini sergileme imkânı olacak. Hep verici olun! Alma beklemeyin! Bugün yaptığınız hizmetlerde olduğu gibi Güneydoğu’da veya değişik varoşlarda bulunan insanlar için de ölesiye hizmet verin. Onlar bizim kardeşlerimiz! Bin senedir kardeşlerimiz bizim. Çanakkale’de beraber olduk, Millî Mücadele’de beraber olduk; Fransızların güneyi işgal etmesinde onlara karşı savaşırken beraber olduk. Ayrı değil, kardeş yani. Bunu sun’î olarak söylemiyorum, kardeş onlar!.. Bu açıdan da ölesiye bir hizmet ile emirlerine âmâde gibi koşmalı; o hizmete mukabil geriye dönecek beklentilere de bağlamamalı meseleyi. Çünkü bizim hizmetimizin en önemli karakteristik yani beklentisizlik.. adanmışlık ruhu.. o işin kölesi olma!.. Padişahlara köle olmayız biz fakat hizmetimize köle oluruz.

*Sulh için, anlaşma için, uzlaşma için elimizden ne gelir?!. O mevzuda çok müessir değiliz, zimam başkalarının elinde. Fakat biz, biz olarak -şimdi sivil kuruluş falan deniyor veya Camia veya Hizmet- elimizden gelenleri yapmalıyız. Çapınızca ne yapabiliyorsanız bu mevzuda.. o istikamette ceplerinizi de boşaltın; dimağlarınızda oluşturduğunuz o pozitif düşünceleri de o istikamette boşaltın; o insanların gönlüne girin, kardeşliğimizi dün ifade ettiğiniz gibi bugün de ifade edin.

Bin Senelik Kardeşlik Kapris ve İhtiraslara Feda Edilmemeli!..

*Dünden bugüne kadar bin senelik kardeşlik, böyle bir kısım kaprislere, bir kısım ihtiraslara, bir kısım ardı arkası gelmeyen isteklere, arzulara kurban edilmemeli, feda edilmemeli!.. Eğitim, ne kadar yapabiliyorsanız.. gönüllere girme, ne kadar yapabiliyorsanız… Yardım yollarını kapasalar bile, teker teker gidin, cüzdanlarınızı boşaltın onlara. Buna kimse bir şey diyemez.

*Yardım toplamanıza, hesap açmanıza engel olabilirler. Neden engel olabilirler? Yapmadıkları şeyi yaptığınızdan dolayı.. gönüllere onların girmesi lazımmış, siz girdiğinizden dolayı.. hazımsızlık.. o mevzuda bu türlü şeyleri hazmedecek enzimleri yok bunların. “Biz yapamıyoruz, size de yaptırtmayız!” diyorlar bu yaptıkları şeylerle. İnanın, bu anlayış, bu mantık, bu düşünceye göre İstanbul’un fethi size müyesser olsaydı, zannediyorum bunlar Konstantiniyye’ye gider, Konstantin’e derlerdi ki: “Bunlar şu yolla geliyorlar, aman buraları kesin, bunlara fırsat vermeyin, bunlar paralelci!..” Bu hırs, bu kin, bu nefret cennete girmeye mani olacak kadar korkunç.

*Fakat bütün bunları kâle almayın. Ne onlara gönül koyun, ne de onların edip eylediklerinden dolayı hizmetten geri durun. Ölesiye bir gayretle, ciddi bir fedakârlıkla cüzdanlarınızı boşaltın, rahatınızı onların rahatına kurban edin, hayatı onlara bağışlayın; feda edin, adayın hayatınızı onlara. Siz bu mevzuda bu kadarcık şey yaparsanız, “Sen Mevla’yı seven de Mevla seni sevmez mi?” Sen gönlünü onlara feda etsen, onlar da gönüllerini sana açmaz mı? Sen onları sevsen, onlar sana kinle, nefretle mi karşılık verecek?

*Evet, insanca davran, o birliği, beraberliği, barışı bekle, alkışla, yollarını kolla, öyle olması için lazım gelen her şeyi yap. Belki bir gün ciddi bir vahşet hissiyle sokaklara dökülen, şunun bunun malını mülkünü yakan insanlar da insafa gelirler. Çünkü devlete kızıyorlar, birilerine kızıyorlar masum insanların dükkânlarını yakıyorlar, arabalarını yakıyorlar, bankaları tahrip ediyorlar, kursları okulları basıyorlar, eşyaları çalıyorlar. Bunların, bu türlü davranışların ne dinle, ne diyanetle, ne insanlıkla alakası yoktur. Belli kesimler tarafından tahrik edilmiş, dış mihraklar da olabilir, bir kısım dünya çapındaki istihbarat servisleri de olabilir. Bir gün o insanlar aldatıldıklarını anlayacaklar, başkalarının malına tecavüzün Allah huzurunda hesabının olacağını anlayacaklar, millet malını zayi etmeyle milleti -halk ifadesiyle- şapa oturttuklarını anlayacaklar. “Eyvah” diyecekler, “bu bâzicede bizler yine yandık; zira ki ziyan meydanda bilmem ne kazandık!” (Ziya Paşa) Onlar da insandır, inanın bir gün diyecekler. Ama gördüğünüz üzere sokaklar bir yönüyle harp meydanı gibi.. sanki Haçlılar işgal etmiş gibi bir hal var ve bütün bunlar karşısında fevkalade bir duyarsızlık var, bir ölü gibi tepkisizlik var, alakasızlık var. Hâlâ bu cürmü, bu mesâvîyi başkalarına fatura etmek suretiyle kendileri o işten sıyrılacaklarını zannetme gibi bir gaflet var, bir dalalet var, bir anlayışsızlık var.

IŞİD: İslâm’ın Çehresini Karartan Şer Şebekesi

*Burada bu meseleyi çözmeden, dünya çapındaki problemlerin üzerine gitmek kendi kendinizi aldatma demektir. Birinin başını ezseniz, bir başkası hemen hortlayacak orada. Alternatif fitne ve fesat ocakları var. Dün el-Kaide falan diyorlardı ama bu birden bire -kimler tarafından beslendi- sürpriz olarak ortaya çıktı ve kan döküyor, her birisi cellat.. “Önüne geleni kes, cennete gireceksin doğrudan doğruya.” Öyle bir kandırma ki bu -hafizanallah- Müslümanlığın dırahşan çehresi bu zift düşünceli insanlar yüzünden -sayesinde demiyorum- karartılıyor. İslam’dan insanlar ürkütülüyor, uzaklaştırılıyor.

*Bu problemlerin çözümü evvela kendi içinde problemi çözmeye, samimi olmaya bağlı.. kendin için yaşamamaya bağlı.. evladını, ıyâlini, çoluğunu, çocuğunu gözünün görmemesine bağlı.. muhacerete bağlı.. alemin ayağına gitmeye bağlı… Şöyle böyle hakikate aşina, hahişkar, arayan insanlar, arar bulurlar hakikatin kaynağını, hakikatin tatlı su kaynağını. Fakat ona uyanık olmayan, gözleri kapalı olan insanların ayaklarına gitmek, o konuda onları uyarmak lazım.

*Işid mi, ifrit mi, eşedd mi, her ne ise, zıvanadan çıkmış, bir yönüyle endazesiz, düşüncede nizamsız, değişik servisler tarafından beslenen, silah yardımı yapılan, dünyanın değişik yerlerinde bir yönüyle talimgâhları bulunan, her yerden insanların akın akın oraya aktığı, en mübarek memleket gibi görülen yerlerde bile hastalarının tedavi edildiği bir şer şebekesi, -bağışlayın- bir eşkıya güruhu. Bir yerde bilerek, kasten, karalama adına denen “Karmatilik, Haşhaşilik”, bunu esas onlar yaşıyorlar; bağışlayın, haydut gibi yaşıyorlar fakat onlar hakkında aynı şeyler söylenmiyor.. düşünün. Evet, nezaketim müsait olsaydı ne derdim biliyor musunuz? Yuf bu anlayışa!..

Hadiselerin Aleyhte Cereyan Etmesi Sizi Hizmetlerinizden Alıkoymasın!..

*Mantık bu kadar iflas ederse şayet, zannediyorum değil o kocaman problemler, en küçük problemleri bile halletmek mümkün olmayacaktır. Cenâb-ı Hak size güç ve kuvvet versin. İradelerinizi desteklesin. İradelerinizin hakkını vermek üzere bu yolda sizi seferber eylesin.. toptan sefere çıkarsın sizi. Kendinizi düşünmeyin, başındaki sarığını atıp Çanakkale’ye koşan 15-16 yaşındaki talebeler gibi hemen hizmete koşun Allah’ın izni inayetiyle. Ne birilerinin aleyhinizde olması, ne de birilerinin size diş bilemesi, sizi yapmanız gerekli olan bu şeyden katiyen geri koymamalı. O bir vazifedir.

*Eğer hadiselerin aleyhte cereyan etmesi ve kesbettiği şiddet itibarıyla, o meselede duraklamaya girmek caiz olsaydı, Enbiyâ-i İzâm girerdi. Efendimiz, başına bilmem neler kondu; en sevdiği insanlar çölde şehit edildi; başlarına kendilerinden ağır taşlar kondu; bazıları mızrakla delik deşik edildi; fakat O yine dediğini dedi Allah’ın izni inayetiyle.

*Allah Rasûlü, ruhunun ufkuna yürüyeceği âna kadar hep problemlerle yaka paça oldu. Bir dönemde müşrikle, mülhidle, putperestle, Lat’çıyla, Menat’çıyla, Uzza’cıyla, Nâile’ciyle, İsaf’çıyla yaka paça oldu, beri tarafta da münafıklarla. Mücadelenin en çetini de o idi; çünkü münafık camiye geliyordu, kurban kesiyordu; şayet savaşın kazanılacağını görüyorsa, ganimet için ona da iştirak ediyordu. Buyurun aldanmayın!.. İnsanlığın İftihar Tablosu hiç aldanmamıştı ama “Allah” diyen “Lâ ilâhe illallah” diyen, onlara karşı da “Yarıp kalbine mi baktın!“ buyuruyordu. Hiç durmadı, hep problemlerin üzerine yürüdü; makul reçeteler sundu, Kur’ân’ın temel disiplinleriyle beslenmiş reçeteler sundu; çözülmez problemleri çözdü.

*Anarşinin karşısında olun! Ama anarşik yollarla, tepkilerle, öldürerek, kıyarak, kılıçtan geçirerek değil, gönüllere girerek!.. Parçalanmış o avizenin parçalarını yeniden bir araya getirerek, çatlaklarını setrederek sizin için şûlefeşan olsun diye başınıza asmaya bakın!..

398. Nağme: Her Zaman Sulh Yolunda

Herkul | | HERKUL NAGME

BAMTELİ – ÖZEL

*Hususiyle günümüzde nifak ve şikâkın çok köpürüp durmasına karşılık, tadil edici ve tansiyonu aşağıya çekici ilaç türünden bir kısım pozitif tavır ve davranışlarda bulunmak yeğlenir. Kopma ve parçalanmayı hızlandırmamak için bazıları sineye çekmeli ve karakterleri itibarıyla oldukları yerde durmalılar.

*Bir dönemde, Hâricî, Harûrî, Zübeyrî ve benzeri isimler altında bir sürü insan, nüansların kavgasını vererek ortaya çıkmıştı. Onların içlerinde namaz kıla kıla alınları nasır tutmuş kimseler de vardı; fakat ihtilaf ve iftirâka öyle kilitlenmişlerdi ki, nüansların kavgalarını verirken aradaki bütün köprüleri yıkarlardı. Sabahlara kadar namaz kılarlar, kim bilir belki de üç dört günde bir Kur’an-ı Kerim’i hatmederlerdi ama vifak ve ittifaka gelince ilk mektebin altının altının altının altının altında bile yerleri yoktu. Dün öyle insanlar yaşadığı gibi bugün de aynı türden kimseler mevcut ve yarın da görülecektir bunlar. Bunları deşifre etmek ve bâtılı tasvir ederek sâfî zihinlerin idlâline gitmek doğru değil; ancak, bir realiteye dikkati çekip olabilecek bazı şeyler karşısında mü’minleri teyakkuz ve temkine çağırmakta da fayda var.

*Adanmış ruhların faaliyetleri ve müesseseleri anılırken “Hizmet”, “Hareket”, “Cemaat” ve “Câmia” gibi farklı isimlendirmelerde bulunuldu. Aslında bu işin içinde her tür, her anlayış, her renk ve her desenden insan var; adeta çok nakışlı ve çok işlemeli gergef gibi bir şey. Bunlar, camide bir araya gelip beraberce saf tutan insanlara benzetilebilir; belki çoğu birbirini dahi tanımıyor ama bir makuliyette, bir mantıkiyette bir araya gelmişler.

*20 sene evvel, Kıtmir, konjonktürel olarak, dünyanın belli bir yere kayışı/gidişi karşısında bir toplantıda “Demokrasi, geriye dönüşü olmayan bir süreçtir.” demişti. Bugün belli şeylerle sizi karalayan insanlar, o kara ruhlu, kara kalemli, kara mürekkeple başkalarını karalamaya duran aynı insanlar, “Baksana adam demokrasi dedi!” dediler. Aradan beş on sene geçti, “demokrasi” dendi, elli defa dendi. Onu da aşarak, “laiklik” bile dendi. Onu hazmedemeyen, sindiremeyen insanlar tarafından tepki bile alındı başka bir dünyada.

*Şimdilerde de Kur’anî bir makuliyet etrafında bir araya gelmiş fedakâr insanlar hakkında “örgüt” sözleri ediliyor. Müslümanların bunu yapacaklarını zannetmiyorum. “İhtimal ki, birileri birilerinin adını kullanmak suretiyle bunu yayıyorlar!” diyerek bir kere daha meseleyi hüsn-ü zannıma bağlıyorum.

*“Örgüt” diyenlerin sözlerine müsaadenizle “haince” diyeceğim. Esasen resmî örgütler var. 30-40 senedir Kürt’üyle, Türk’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Zaza’sıyla (bir bütün oluşturan) Anadolu insanının başına bela olmuş, dış mihraklı bir kısım fitne ve fesat ocakları.. “örgüt” onlar.

*Hazreti Bediüzzaman ta Meşrutiyet yıllarında, bundan yüz küsur sene evvel Medresetü’z-Zehra adıyla Van’da bir üniversite kurulmasını teklif ederken orada Arapça’nın farz, Türkçe’nin vacip ve Kürtçe’nin caiz gibi kabul edilerek hepsinin beraberce okutulması gerektiğini söylemişti. Biz düne kadar bunu telaffuz edemedik. Yine sizin gibi bu kervana gönül vermiş arkadaşlar, televizyonları, radyoları, lisan kursları ve üniversiteleriyle bu meseleye “evet” dediler. Bir cephe buna karşı “Barış sürecine katkıda bulunulmadı!” diyor. Hayır, vallahi bulunuldu billahi bulunuldu, tallahi bulunuldu. Hem de herkesten evvel bulunuldu. Bir kesim “bulunulmadı” demek suretiyle esasen “bir süreci baltalıyor” gibi göstermek istediler. Bir kesim de onu istemediklerinden dolayı ve hususiyle “Dershaneler de kapatılsın, biz de kendimize göre orada yurtlar, evler, pansiyonlar açalım; bölünmeyi hızlandıralım!” mülahazasıyla öyle söylediler; “Dershaneler kapatılınca meydana gelecek o boşluğu biz dolduralım!” düşünceleri şimdi tiz perdeden konuşuluyor. Yapılan işler isabetli miymiş, değil miymiş? Bugün insaf etmeyen bir kısım kimseler buna “evet” demeyecekler; ama gelecekteki nesiller ve tarih, yapılan yanlışlıkları lanetle yad edecek, “Bir boşluk meydana getirdiniz, yazıklar olsun size!..” diyecektir.

*Kendi kardeşlerimden daha yakın saydığım Kürt kardeşlerimin bu mevzudaki boşluklarını doldurma, üniversitelerde/liselerde okumalarını sağlama ve şekavetle problemlerin çözülmeyeceğini anlatma adına bir gayret sergiliyorsam, buna sızma denmez. Bir insanın kendi ülkesinde vatandaşları için gerekenleri yapması hakkı ve vazifesidir.

*Evet, kara ruhlu insanlar olumlu şeyleri karalamaya çalışıyorlar. Şimdilerde de “örgüt” diyorlar. Tabiri caizse, muhtelif ecnastan bir topluluk olan ve işin makuliyetinde bir araya gelen insanlardan oluşan bir camia.. “Okul açmak, kültür lokali açmak, okuma salonları açıp fakir insanlara bedava ders vermek hayırlı bir hizmettir!” düşüncesiyle sizi hiç tanımadığı halde gelip “Bir tane de ben yapayım.” deyip o işe iltihak eden insanların da bulunduğu bir camia.. böyle bir camiayı örgütle telif etmek mümkün değildir. Ayrıca, “örgüt” kelimesi terminoloji açısından çok farklı bir manaya da geliyor. Belli ki bir kasta iktiran ettirerek, arkasında bir kasıtla söylüyorlar bu kelimeyi.

*Diğer taraftan bu camiaya örgüt derseniz, -hâşâ ben o terbiyesizlikte bulunamam- şimdiye kadar dinimize, diyanetimize kalbî ve ruhî hayatımız adına çok hizmet etmiş Küfrevî tarikatının temsilcisi Alvar İmamı’nın düşünce dünyası etrafında kümelenmiş insanlara da “örgüt” deme mecburiyetinde kalır, onlara da “örgüt” deme terbiyesizliğini sergilemiş olursunuz. Üftade Hazretleri’ne dayanan, Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri gibi milletimizin kalbî ve ruhî hayatına çok önemli hizmetler vermiş bir insanın çizgisinde hizmet etmeye çalışan, bir düşünce etrafında bir araya gelmiş insanlara da -binlerce ruhumuz onlara kurban olsun- “örgüt” deme mecburiyetinde kalırsınız. Bir duygu-düşünce etrafında bir araya gelmiş insanlara karalayıcı mahiyette böyle bir nam taktığınız zaman, kendilerine göre bir anlayış, bir dünya görüşü, bir felsefe etrafında Muhammed Raşid Efendi hazretleri gibi büyük bir zata bağlanmış olan pırıl pırıl insanlardan oluşan Menzil Cemaati’ne de “örgüt” deme mecburiyetinde kalırsınız. Türkiye’de yalancı bir şafağın atmadığı bir dönemde yüzlerce Kur’an kursu açan Süleyman Efendi Hazretleri’ne saygılarından dolayı, onun etrafında kümelenen, Kur’an kursları açan, yurt dışında da açılımlar yapan insanlara da “örgüt” deme mecburiyetinde kalırsınız. Dahası, Milli Görüş’e de bir “örgüt” deme zorunda kalırsınız.

*Bir lokma yemeği yutmadan evvel çiğnemek ne ise, konuşmadan evvel düşünmek de odur. Keşke muhataplarım mü’min olmasaydı, daha rahat olurdum ben. Bir mü’min öyle lambur lumbur konuşmamalı. Ağzından çıkan şey, mü’mince olmalı, yere düştüğü zaman da tertemiz vicdanlar tarafından kabul kapıları ona açılmalı; “Yahu ne iyi ettin de bizim eksiğimizi, gediğimizi, yanlışımızı söyledin!” dedirtmeli.

*Yapılan şey bir makuliyete, mantıkiyete bağlanıyor ve geleceğimiz adına önem arz ediyorsa, Türkiye’nin itibarı ve ikbal yıldızımızın parlaması adına bir şey ifade ediyorsa, bence o mevzuda da kararlı ve dik durmak lazım. Kimsenin kendi devletiyle ve başındaki iktidarıyla savaşma gibi bir niyeti yoktur; bunu öyle göstermek isteyenler -zannediyorum- ortada söz getirip götüren fitneciler, fesatçılar mekirciler, keydciler ve hud’acılardır. Cenâb-ı Hak ıslah eylesin.

*Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hudeybiye’de çok ciddi bir problemle karşı karşıya kaldığı zaman dehalar üstü o yüksek fetanetiyle kendi aleyhinde gibi görünen bir tavır ve davranış ortaya koydu; kan dökmeden ve kimseyi incitmeden orayı aştı ve bir yönüyle gelecek nesiller adına, onların gönüllerine taht kurmaya ve işin inkişaf edip gelişmesine vesile oldu. İşte, Efendimiz’in hepimize örnek olması gereken o firaset ve fetanetine dikkat çekmek için Hudeybiye teşbihini değişik hususlara delaleti açısından değişik versiyonlar çerçevesinde arz etmeye çalıştım.

*(Çözüm Süreci’yle ilgili sohbette üzerinde durulduğu üzere) “Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden ve kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, bazı fedakârlıklarda bulunarak sulh olmak için gayret göstermelerinde mahzur yoktur. Sulh hayırdır (elbette daha hayırlıdır.)” mealindeki (Nisâ, 4/128) ayet-i kerime meseleyi en küçük daire olan aileden başlatarak sulhun hayırlı olduğunu söylemiştir.Çünkü bir toplum yapısında bir aile, molekül mahiyetindedir. Bu molekül ne kadar sağlamsa, toplum da o ölçüde sağlam olur. O açıdan evvela Kur’an-ı Kerim’in bu irşadını hatırlatarak “Sulh hayırdır, nefisler cimrilik üzerine adeta kilitlenmiştir. Buna bağlı olarak insanlar birbiriyle huzursuzluğa düşebilirler. Hakemler tayin edin, hâkimlere müracaat edin, sulhu temin edin, uzlaşmayı sağlayın” dedikten sonra, Hudeybiye Sulhu’nu anlatıyorsunuz.

*Bir başka Hudeybiye teşbihi 2004-MGK’nın kararıyla alakalıydı: MGK-2004 kararıyla ilgili Hudeybiye teşbihi yaparken, o arkadaşların askerlerle ve o günkü idarede bulunan kimselerle beraber o meseleye imza atmalarını, şartlar ve konjonktürün gereği olarak, tıpkı Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gaileyi ucuz atlatma adına geriye adım atması gibi ele aldım. Hem de şu cümleyle dedim: “Bazen geriye bir adım atmak, ileriye on adım atma değerindedir.” Mesele siyakı ve sibakıyla ele alındığı zaman görülecektir ki, esasen orada imza atan arkadaşları korumaya ve mazur görmeye matuf bir ifade tarzıydı o.

*Evet, o sohbette “Kolum kanadım kırıldı!” da dedim; zira o imzadan sonra birileri, bazı işgüzarlar, o meseleyi uygulayıp durmuşlar, fişler falan olmuş, devam etmiş. Keşke orada Allah’ın izniyle makul atlatıldıktan sonra bu mesele devam etmeseydi; duyduğumda “Kolum kanadım kırıldı!” dedim, bunu da başka türlü anladılar. Bu Hudeybiye örneğinde, MGK’da “imza atanlar”ı, “müşrik” olarak anlamak mümkün müdür? Peygamber kim orada? Oysa ki, orada onlara Peygamber yolunda hareket ediyor gibi bir bakma vardı. Takdir edileceği yerde, yine bir kısım, kara ruhlu, kara düşünceli, kara kalbli, karanlık yaşayan insanlar -keşke öyle olmasaydı- ortada fitne dellalları, bu meseleyi bu şekilde işâa etmek (yaymak) suretiyle toplumun değişik kesimlerini birbiriyle vuruşturma, karşı karşıya getirme gibi bir gayretkeşlik içindeler.

*Ebu’l-Feth El-Büstî hazretleri ne güzel söylüyor:

أَقْـبِـلْ عَلَى النَّفْسِ وَ اسْتَكْمِلْ فَضَائِلَهَا فَأَنْـتَ بِالنَّفْسِ لاَبِالْجِسْـمِ إنْـسَانٌ

“Ruhuna (mahiyet-i insaniyene) yönel, onun faziletlerini kemâle erdir! Zira sen cisminle değil kalbinle/ruhunla insansın.”

*Şeytandan istiâze adına okunabilecek dualar arasında sayılan

رَبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَنْ يَحْضُرُونِ

“Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım ve onların yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım!”

(Mü’minûn, 23/97-98) niyazını sürekli tekrarlamak lazım.