Posts Tagged ‘herkul’

Hüsn-ü Zan

Herkul | | HERKULDEN BIR DEMET HADIS

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

حُسْنُ الظَّنِّ مِنْ حُسْنِ الْعِبَادَةِ

 * * *                 

Hafıza dahisi, Rasülullah aşığı Hz. Ebu Hureyre (radıyallahü anh),

İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem)

şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Hüsn-ü zan, kulluktaki kemalin eseridir.”

(Ebu Davud, Sünen; Ahmed b. Hanbel, Müsned)

 

Hüsn-ü Zan

Kısaca iyi niyet, olumlu düşünce ve güzel görüş olarak tarif edilebilecek olan hüsn-ü zan, aksine kesin deliller olmadıkça insanlar ve olaylar hakkında hep olumlu düşünmek ve hayır mülahazasına girmektir. Mü’min güzel görüp güzel düşünür, en olumsuz hadiseleri dahi hikmet gözlüğüyle inceleyerek onlardan ibretler ve hayırlı neticeler çıkarır, böylece hayatından hep lezzet alır. Habis bir ruh ise, insanlara ve hadiselere hep kuşkuyla baktığından göğsü daralır, ruhu hep sıkılır ve hayatı kendine adeta zindan eder. Günümüzde gittikçe artan paranoyak düşüncelerin temelinde de bu yanlış ve kötü düşünme sistemi yatmaktadır.

Hüsn-ü zan, bir İslam ahlakıdır ve müslümanın iç saffetiyle doğru orantılıdır. Hadiste geçtiği üzere hüsn-ü zan sahibi olması, kişinin kulluğunun güzelliğindendir. Bu yüzden bir mü’min, diğer mü’minler hakkında söylenen olumsuz sözlere hemen inanmaz ve diğer mü’minleri tek taraflı yargılamaz. Hep hüsn-ü zan ve ihtiyatlı olur. İyi niyetli, müsbet düşünceli olmak İslam’ı hazmetmenin ve onda derinleşmenin bir göstergesidir. Hakiki bir mü’min, nefsiyle hesaplaşırken -ye’se düşmemek kaydıyla- kendini yerden yere vururken diğer insanlar söz konusu olduğunda ise hüsn-ü zanla hareket eder. Bir mü’minin nazarında, sû-i zanda isabet etmektense hüsn-ü zanda yanılmak daha hayırlıdır.

İslam alimleri, su-i zannın haram olduğunu belirtmiş ve insanların hikmetini bilemediğimiz, yoruma açık davranışları karşısında su-i zanna girmememizi vurgulamışlardır. Ortada suçu gösteren kesin deliller olmadıkça hüsn-ü zan etmek müslüman ahlakıdır. Dahası, insanların ayıp ve kusurlarını araştırmamaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلاَ تَجَسَّسُوا

 “Ey iman eden­ler! Zan­dan çok sa­kı­nın. Çün­kü zan­la­rın ciddi bir kıs­mı gü­nah­tır. Bir­bi­ri­ni­zin giz­li hal­le­ri­ni de araş­tır­ma­yın.” (Hucurât Suresi, 49/12) buyrulmaktadır.

Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) da;

إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا تَحَسَّسُوا وَلَا تَنَافَسُوا

وَلَا تَحَاسَدُوا وَلَا تَبَاغَضُوا وَلَا تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إِخْوَانًا

“Zandan kaçının. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın, birbirinizin sözlerine kötü niyetle kulak kabartmayın, birbirinizle rekabete girişmeyin, birbirinizi çekememezlik etmeyin, birbirinize karşı kin gütmeyin ve sırtınızı dönmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeşler olun!” (Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Müsned-i Ahmed b. Hanbel) buyurarak sû-i zandan ve kardeşliği zedeleyecek her türlü davranıştan uzak durmamızı tembihlemiştir.

Hüsn-ü zan dinimizde bir esas olduğu için, nifak emareleri taşıyan insanlara karşı da elden geldiğince hüsn-ü zan edilmeli fakat onlara sırlarımız da açılmamalı ve onlar mühim mevkilere getirilmemelidir. Böylece hem onlar utandırılmamış, uzaklaştırılmamış ve nifak sıfatlarından arınmaları için fırsat verilmiş, hem de onlara karşı tedbirli ve ihtiyatlı davranılarak onlardan gelebilecek tehlikelerin önü alınmış ve samimi mü’minlerin de hakkı yenmemiş olmaktadır.

İnsanlara ve özellikle de mü’minlere karşı hüsn-ü zan etmekle emrolunan  mü’minler, en başta Allah Teâlâ hakkında hüsn-ü zan içerisinde olmalıdır. Allah Rasülü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Sakın, sizden hiç kimse, Allah Teâlâ hakkında hüsn-ü zan etmediği bir hal üzere ölmesin.” buyurmuştur. Bir hadis-i kudside ise meâlen “Benim kulumla muamelem, onun Benim hakkımdaki zannına bağlıdır.” buyrularak, Allah Teâlâ’nın afv ve ihsanı hakkında hüsn-ü zan beslemenin ehemmiyeti bildirilmiş ve bunun ne büyük bir vesile-i necât olduğunu nazara verilmiştir.

اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى نَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ سَيِّدِ الْمُرْسَلِينْ

وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحَابِهِ أَجْمَعِينْ

 

196. Nağme: Ne Kadar Hizmet O Kadar İbadet!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili dostlar,

Şeytanın hilelerinden biri de hayırlı işler ve güzel hizmetler peşinde dur durak bilmeden koşturan insanlara bu amellerini yeterli gösterip onları ibadetlerde gevşekliğe ve namaz gibi vazifelerini adeta geçiştirmeye sevk etmesidir. Oysa ki, ibadet ü taatte ülfete girmek ve kulluk vazifelerini aradan çıkarırcasına eda etmek bir mümin için çok tehlikelidir.

Cenâb-ı Allah, daha İslam’ın ilk senelerinde, bu hususta Sahabe-i Kiram efendilerimizi ikaz etmiş ve onlara şöyle buyurmuştur: “İman edenlerin, kalblerinin yumuşayıp Cenâb-ı Hakk’ı ve O’nun tarafından inen hakikatleri hatırlayarak haşyetle ürpermelerinin vakti gelmedi mi? Sakın onlar daha önce kitap verilen ümmetler gibi olmasınlar. Zira kitabı tanımalarının üzerinden kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, o ümmetler ülfete kapılmışlardı da kalbleri kaskatı kesilmişti. Hatta onların çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardı.” (Hadîd, 57/16)

Bu ilahî beyanla, Ashab-ı Kirâm’a ulaştıkları noktayı yeterli bulmamaları ve daha da olgunlaşmak için gayret göstermeleri tavsiyesinde bulunulmuş; onlara kemâlin zirvesi hedef olarak gösterilmişti. Ülfete yenik düşmemeleri için, geçmiş insanların akıbetinden ibret almaları gerektiği ve sürekli tekamül peşinde olarak o tehlikeden kurtulabilecekleri vurgulanmıştı.

İşte, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, bugün arz edeceğimiz sohbetinde bazı kimselerin hizmet ve ibadet dengesini ayarlayamayıp şeytanın tuzağına düştüklerini, mealini verdiğimiz ayetin günümüzün insanlarına da hitap ettiğini, adanmış ruhların kulluk vazifelerini ülfete kurban etmemeleri, insanlığa hizmet yolunda koşturdukları kadar da ibadet ü taate vakit ayırmaları ve ibadetten ubudiyete ondan da ubudete yürümek suretiyle kullukta zirveyi hedeflemeleri gerektiğini anlattı.

10 dakikalık bu dikkat çekici sohbetin de dualarınıza vesile olmasını diliyoruz.

195. Nağme: Sulh Hayırdır, Hayır Sulhtadır!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli Arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi, “sulh” kelimesi, ıslah etmek, onarmak, anlaşmak, barışmak ve fesadı ortadan kaldırmak mânâlarına geliyor. Herhangi bir anlaşmazlığı gidermek için iki kişi veya iki taraf arasında yapılan sözleşmeye de “sulh” deniyor.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, dün ve bugün sulh mevzuu üzerinde durdu. “Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden ve kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, bazı fedakârlıklarda bulunarak sulh olmak için gayret göstermelerinde mahzur yoktur. Sulh hayırdır (elbette daha hayırlıdır.)” mealindeki (Nisâ, 4/128) ayet-i kerimenin her zaman için sulh yolunu gösterdiğini; ayetin belli bir hadise ile alâkalı olmasının, onun manâ ve kapsamının da hususi kalmasını gerektirmeyeceğini; İslam’da sulhun esas ve “Sulh mahza hayırdır” ilkesinin umûmî olduğunu vurguladı.

“Kur’an meseleyi en küçük daire olan aileden başlatarak orada sulhun hayırlı olduğunu söylemiştir. Demek ki, sulh kasaba dairesinde evleviyetle, şehir dairesinde evleviyetle, devlet dairesinde evleviyetle ve cihan dairesinde evleviyetle hayırlıdır. Hangi dairede olursa olsun sulh-u umumîyi temin etmeye çalışmak ve barış içinde beraberce yaşanabileceğini ortaya koymak lazımdır.” diyen Hocaefendi, Alevî Sünnî, Kürt Türk, Laz Çerkez… şeklinde bölünüp parçalanmak istenen insanımız arasında sulh temin etmek için de elden gelen her şeyin yapılması, gerekirse kan kusulması ama “kızılcık şerbeti içmiştim” denilmesi gerektiğini ifade etti.

“Milli onur, milli gurur ayaklar altına alınmama kaydıyla, o mefkureye saygı devam ettiği müddetçe -bence- el de öpülebilir, etek de öpülebilir. Heyet-i İslamiye, heyet-i milliye arasında huzurun temini adına katlanılabilecek her şeye katlanmak lazım. Hayır sulhtadır, sulh her zaman hayırlıdır.” tespitinde bulunan muhterem Hocamız Hudeybiye Anlaşması’nı anlatarak meseleyi misallendirdi. Öncesi, sonrası ve müminlere çok ağır gelen şartlarıyla Hudeybiye’yi özetleyerek, bu tarihi musalahayı siyer felsefesi açısından değerlendirip günümüze bakan yanlarını ve bizim ondan almamız gereken ibretleri dile getirdi.

Fethullah Gülen Hocaefendi sözlerine şöyle devam etti: “Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; ‘Keşke şu görüşme olmasa.. şu anlaşma olmasa.. şu uzlaşma olmasa.. biz Türk milleti.. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek.. bazı şeylere evet demesek’ denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye Sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye Sulhu’ndaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım. Güzergâh emniyetini tehlikeye atmamak lazım. Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım. Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.”

Değerli dostlar,

Daha dün biri görüntülü ve sesli diğeri de yazılı olmak üzere çok güzel iki sohbeti yayınladığımızı biliyorsunuz. Belki bazıları henüz onlardan istifade etme fırsatı bile bulamamış olabilir. Fakat, ana hatlarıyla işarette bulunduğumuz bugünkü sohbetin çok önemli olduğunu düşünerek hiç vakit kaybetmeden sizinle paylaşmayı uygun bulduk.

18:30 dakikalık bu hasbihali ses ve görüntü dosyaları olarak arz ediyoruz.

Hürmetle…

194. Nağme: Farklılıkları Fark Etmeme, Îsârda Derinleşme.. ve Ömer’leşme!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili Dostlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, bu defa “Farklılıkları fark etmeme farklılığına sahip insanlar olmalıyız.” sözüyle çay faslına başladı. İnsanî münasebetlerde tam bir vicdan enginliği ortaya koymamız gerektiğini ifade etti.

Bu farklılığın bir buudunun “îsâr” olduğunu vurgulayan kıymetli Hocamız, “insanın, başkalarını kendisine tercih etmesi mânâsına gelen “îsâr” hasletinin -tasavvuf erbabınca- en hâlisâne bir tefânî düşüncesiyle şahsîliklere karşı bütün bütün kapanıp, yaşama zevkleri yerine yaşatma hazlarıyla var olmanın unvanı kabul edilegeldiğini anlattı. Ayrıca, îsâr hasletiyle alakalı çok hoş bir menkıbeye temas etti.

Muhterem Hocaefendi, sözlerinin sonunda Hazreti Ömer (radiyallahu anh) efendimizi sevip sevdirmenin günümüzde çok önemli olduğunu dile getirerek, fevkalâde mütevazi ve tam bir mahviyet insanı olan Mü’minlerin Emiri’nin derinliklerinden biri üzerinde durdu.

Hazreti Ömer’in Allah Rasûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı bazı tekliflerin bilâhare inen âyetlerle desteklenmiş ve isabeti tasdik edilmiş olmasına İslâm tarihinde “Muvafakât-ı Ömer” denir. Pek çok tevafukâtı olduğu hâlde Hazreti Ömer, bunların sadece üç tanesinden bahseder. Oysaki hadisle meşgul olanlar, onun ondan fazla tevafukâtı olduğunu söylerler. Bu öyle bir seviyedir ki o, kendi kendinin ve bildiği pek çok şeyin farkında bile değildir. Hatta Allah Rasûlü’nün ikinci halifesi bu büyük insan, ahiretteki saadetini de Efendimiz’in bir hatırlamasına bağlamıştır.

Muhterem Hocamızın bu hususları şerh ederek “farklı olma ama farklılığını fark etmeme” faziletini nazara verdiği çay faslını 11 dakikalık ses ve görüntü dosyaları olarak arz ediyoruz.

Hürmetle…

193. Nağme: Hz. Ali’nin Gerçek Yiğitliği, Titreyen Eller ve Titrenesi Yerler

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli Arkadaşlar,

Dünyayı bir sohbet-i Canan halkası gibi düşünüp şu anda nerede olursanız olsun bu mübarek hâlenin değerli birer azası saydığımız siz kardeş, arkadaş ve dostlarımıza ulaştırmak üzere ilk bölümü dün akşamki hasbihalden ikinci kısmı da bu sabahki dersten olmak üzere 10 dakikalık bir ses kaydı seçtik.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, sözlerine “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34) ayet-i kerimesini hatırlatarak başlıyor.

Hazreti Ali’nin cihad meydanlarında çok muhteşem kahramanlıklar göstermiş olmasına rağmen onun asıl büyüklüğünü, yüzüne tüküren düşmanını öldürmekten vazgeçip “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim.” deyişinde aramak gerektiğini anlatıyor.

Ayrıca, sabah ders molasında kahve getiren arkadaşımızın ellerinin titrediğini görünce muhterem Hocamız asıl titrenmesi gereken hususun ne olduğuna vurguda bulundu. Bir de, Hocaefendi, bu ayın kirasını verip vermediğini sordu, kendisine “Henüz ay yeni girdi, daha vakit var!” dendi. İşte, bu nağmede o tatlı konuşmaları da dinleyebilirsiniz.

Muhabbetle…

192. Nağme: Tâvus Kuşunun Ayağı ve Talebeyi Havale Ahlakı

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili dostlar,

Bir kudsî hadîste, Cenâb-ı Hakk, “Kibriya, Benim ridâm, azamet ise Benim izârımdır. Kim Benimle bu mevzuda yarışa kalkışır ve bunları paylaşmaya yeltenirse onu cehenneme atarım” buyuruyor.

En son hakikat damlalarından olan bu nağmedeki hasbihalde muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, zikrettiğimiz hadis-i şerifi hatırlatarak sözlerine başladı.

Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, “kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum” diyerek, Hak karşısındaki duruşunu ve halk arasındaki konumunu işaretleyip yüksek ahlak ve tevazuunu ortaya koyduğunu ifade eden kıymetli Hocamız, şeytanın oyunlarına, nefsin tuzaklarına ve başkalarının alkışlarına aldanmamak için insanın zaman zaman tâvus kuşu gibi davranması gerektiğini vurguladı.

Tâvus kuşunun, kanatlarındaki ihtişama bakınca kabardığını, bir aralık gözleri ayaklarına ilişince ise adeta kendi kimliğini bir bütün halinde görüp mahcubiyetle içine kapandığını anlattı.

Ucub, gurur, kibir gibi hastalıkların ruhtan değil nefisten kaynaklandığını, ruh hastalığı/hastası sözünün yanlışlığını, aslında nefiszedelerin var olduğunu belirtti.

Muhterem Hocaefendi, bir zamanlar manevi doktorların mekanı olan tekke ve zaviyelere ait duyup dinledikleri arasında bu yolun bir esası olarak dile getirilen bir edepten bahsetti; bir mürşidin, kendi çırağını belli bir süre yetiştirdikten sonra, ona “Artık senin bizden alacağın kalmadı; falan beldede şöyle bir Hak dostu var, sen ona git; gayrı ancak o sana rehberlik yapabilir!” demesi ve kendisini sıfırlayarak müridini daha engin bulduğu bir mürşide yönlendirmesi ahlakına hayran kaldığını dile getirdi.

Birkaç cümlecikle özetini vermeye çalıştığımız sohbetin 10 dakikalık bölümünü arz ediyoruz.

Hürmetle…

 

191. Nağme: Hazreti Eyyûb’un Yaraları ve Bizim Kalbî Hastalıklarımız

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli arkadaşlar,

Bu sabahki dersin ilk bölümünde Şuara Sûresi’nin 34-104. ayet-i kerimelerini ve Elmalılı Hamdi Yazır Hazretleri’nin bu ayetlere verdiği mealleri okuyup, mezkur ilahi beyanların tefsirine bir giriş yaptık. İkinci bölümde ise, Ahmet Paşa Divanı’nın özetini dinleyip, Fatih döneminin en büyük şairi sayılan ve daha hayattayken Sultanü’ş-Şuarâ unvanını alan şairin şiirlerinden bazı örnekleri tahlil ettik.

İkindi namazından sonra ise, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, Hazreti Eyyûb’un (aleyhisselâm) kıssasını özetleyerek, Lem’alar’da, “Sabır Kahramanı”nın zâhirî yara ve hastalıklarıyla bizim bâtınî, ruhî ve kalbî hastalıklarımızın kıyaslandığını; “İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazreti Eyyûb’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuzda yaralar açıyor.” dendiğini anlattı. Hazreti Eyyûb aleyhisselâmın, kısacık dünya hayatını tehdit eden yaralarına mukabil, bizim mânevî yaralarımızın, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ettiğini.. ve günahların kalbe işleyip iman nurunu çıkarıncaya kadar onu katılaştırdığını, kapkara hâle getirdiğini Hazreti Üstad’dan naklen vurguladı. “Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırır. Günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler -neûzu billâh- mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler” sözüne işaretlerde bulunarak nasıl büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu vurguladı.

Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in “Kişinin her duyduğunu söylemesi, ona günah olarak yeter.” buyurduğunu belirten muhterem Hocamız, maalesef günümüzde insanların çok rahatlıkla su-i zanna ve gıybete girdiklerini, işittikleri her sözü gerçek kabul edip hükümler verdiklerini ve böylece kendi ufuklarını kararttıklarını ifade ederek, bazı medya organlarının öncülük ettiği böyle bir hastalığın bize neler kaybettirdiğine dikkat çekti.

“Bu günahlarla tartarsa beni Rahman (Deyyân) / Kırılır arsa-i mahşerde arş-ı mizan” beytini hatırlatan muhterem Hocaefendi, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun

بَدَأَ اْلإِسْلاَمُ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ غَرِيبًا كَمَا بَدَأَ، فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ الَّذِينَيُصْلِحُونَ مَا أَفْسَدَهُ النَّاسُ

“İslâm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi), günü ge­lince yine o gurbete avdet edecektir. Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, îmar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun!” hadis-i şerifini okuyarak, o gariplerden olabilmek için her zaman kendimizi kontrol etmemiz ve temkinli yaşamamız gerektiğini dile getirdi.

Başlıklarına değindiğimiz hasbihalin 10 dakikalık bölümünü ve sabahki derste çektiğimiz iki fotoğrafı bugünün nağmesi olarak arz ediyoruz.

Muhabbetle…

 

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, ders esnasında Ahmet Paşa Divanı’nı incelerken:

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, ders esnasında Ahmet Paşa Divanı'nı incelerken

***

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, ders esnasında Ahmet Paşa Divanı'nı incelerken

190. Nağme: Sarp Yokuşlar, Sabır ve Merhamet

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli arkadaşlar,

İnsanlığın kin, nefret ve gayzla yatıp kalktığı, dünyanın bir savaş alanı ve kan gölü haline geldiği bir dönemde sevginin tercümanı olmak ve herkese şefkatle yaklaşmak zorlardan zor bir iştir. Bundan dolayıdır ki, Cenâb-ı Hak, insanların önlerindeki sarp yokuşları, göğüs gerilmesi büyük bir kahramanlık isteyen zor işleri sayarken, bu hususa da dikkat çekmiştir. “Sarp yokuş, bilir misin nedir?” dedikten sonra, “Sarp yokuş, bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır; kıtlık zamanında yemek yedirmektir; yakınlığı olan bir yetimi, ya da yeri yatak (göğü yorgan yapan, barınacak hiçbir yeri olmayan) fakiri doyurmaktır. Bir de sarp yokuş: Gönülden iman edip, birbirine sabır ve şefkat dersi vermek, sabır ve şefkat örneği olmaktır.” (Beled, 90/12-18) buyurmuştur.

Evet, “merhamet” iman edenlerin ayırt edici bir vasfıdır. Onlar asla katı kalbli, acımasız ve zalim kimseler olamazlar. Mü’minler, bela ve musibetlere karşı sabırlı oldukları gibi, insanlara ve bütün varlığa karşı da şefkatlidirler. Dahası, onlar her fırsatta birbirlerine merhameti tavsiye eder, toplumun safları arasında “acıma, merhamet etme, sevme ve herkese şefkatle kol-kanat germe” duygularını yayarlar. Bunu yaparken de, sadece dünyevî bir sevgi ve alâkadan bahsetmez; her fırsatta nazarları âhiretin yamaçlarına çevirir ve şefkat hislerini insanlığın sonsuz mutluluğu kazanması istikametinde değerlendirirler.

İşte 14 dakikalık bu nağmede muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerden hareketle bilhassa sabırda ve merhamette tavsiyeleşmek, yardımlaşmak, bu güzel vasıfların canlı timsalleri olmak mevzuunu anlatıyor.

“İnsanın mü’minlikten nasibi mahlukâta şefkatiyle mebsûten mütenasiptir (doğru orantılıdır); içindeki şefkat ne kadar enginse, imanı da o kadar derindir.” diyen muhterem Hocamız hasbihalin sonunda öyle bir hatıra anlatıyor ki sahiden ibretlik!..

Dualarınıza vesile olması istirhamıyla arz ediyoruz.

189. Nağme: Adanmışların Öncelikleri ya da “Minnetimiz Yâr İçindir Ağyâra!..”

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili dostlar,

Fırından yeni çıkmış ekmek, soğukta buharı duman duman çay, şebnemi üzerindeki gül kadar, belki onlardan daha taze, sıcak ve şirin bir hasbihali arz ediyoruz bugün.

Daha bir iki saat önce kaydettiğimiz 11 dakikalık bu “nağme”de Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi şu hususlara değiniyor:

“Cennet Cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver sen anı / Bana Seni gerek Seni” (Yunus Emre) türünden sözler bir ufku göstermesi açısından güzeldir; fakat asla Cennet ve Cehennem hafife alınmamalıdır. Hele bu türlü sözler o ufkun eri olmayan kimseler tarafından söylenmemelidir; yoksa yalana ve riyaya girilmiş olur.

-İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın değer verdiği hususları öne çıkararak bir hayat standardı belirlemelidir.

-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyuruyor: “Allah’ı kullarına sevdirin ki Allah da sizi sevsin!..”

İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalatü vesselam) gaye ölçüsünde bir vesiledir.

-Ülkemizi devletler muvazenesinde söz sahibi hale getirme ve umum insanlığın problemlerini çözme istikametinde projeler geliştirme de öncelikli vazifelerimiz cümlesindendir.

-Adanmışlar vazifelerini yerine getirirken bazı kimseler onları anlamayacak ve taşlayacaklardır. Zira, taş atmak da insanlığın tabiatında vardır. Allah’a taş atmışlar, size atıyorlar çok mu? Hâşâ, “Melekler Allah’ın kızları.. falan Allah’ın oğlu…” demişler.

-Hazreti İbrahim.. Halilullah.. Hak delisi insanlığın en akıllısı…

-Bir menkıbede anlatıldığı üzere; Hazreti İbrahim (aleyhisselam) yanına gelenlere inanıp inanmadıklarını sorup inananlara ziyafet sofraları hazırlayınca ve inanmayanları da ikramsız geri yollayınca, Cenâb-ı Hak, Hazreti Halil’e hitaben “Ey İbrahim, onlar senelerden beri Beni inkar ediyor ve Zât’ıma yakışmayan değişik isnatlarda bulunuyorlar. Fakat, Ben her şeye rağmen onların rızıklarını kesmedim!” buyurmuştur.

-Günümüzde de ne cadalozlar var!..

“Yâr için ağyâre minnet ettiğim aybeyleme / Bağbân bir gül için bin hâre hizmetkâr olur.” (Fuzûlî)

188. Nağme: Mehdî Enflasyonu, “Kur’an Müslümanlığı” İnhirafı ve Mahviyet Çağrısı

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli arkadaşlar,

Allah nasip ederse, yarın bu haftanın Bamteli olarak “Mehdîlik İddiaları ve Sübhânallah Çizgisi” başlıklı ibret dolu sohbeti yayınlayacağız.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi öyle hayatî mevzuları dile getiriyor ve öyle ehemmiyetli ikazlarda bulunuyor ki, bu sohbetin tamamını yayına hazırlamak için çalışırken hiç olmazsa bir bölümünü hiç bekletmeden size ulaştırma, böylece hem bir fikir verme hem de Bamteli’ne iştiyak hasıl etme hissiyatı galebe çaldı.

Muhterem Hocamız inşaAllah yarından itibaren 42 dakika olarak tamamını neşredeceğimiz bu hasbihalin bugünkü 11 dakikalık kısmında şu konular üzerinde duruyor:

-Günümüzde büyük iddialarla ortaya atılanların sayısı her zamankinden daha fazla. Adeta mehdi enflasyonu var.

-Almanya’dan mektup yazıp mehdi olduğunu ve bunu birkaç dakika içinde ispatlayabileceğini iddia eden mehdi-yi Almanî!..

-İmkanı varsa boyunuzu aşkın kitaplar yazın -Allah aşkına- altına imzanızı atmayın; “bir meçhul yazdı” deyin.

-22 yaşında bir genç hem Hasanî hem Hüseynî olduğunu söyleyip büyük iddialarda bulununca Hocaefendi ona tevazu ve mahviyeti anlatıyor. O genç, odadan çıkarken, anlatılan onca hakikati hiç duymamışçasına “Bu mevzuda size seçme hakkı vermemişlerse ne yapacaksınız!” diyor.

-Şeytan, düdük haline getirilecek, öttürülecek insanları yer yer dudaklarına götürüyor, üflüyor. Şeytanın düdüğü insanlar.. dudaklarına götürüyor şeytan, onlara üflüyor; onlar da etraflarında buldukları dini bilmeyen safderunları kandırıyorlar.

-“Kur’an Müslümanlığı” diye bir sapıklık çıktı. Usulüddin ulemâsı, “Hadisin Kur’an’a ihtiyacından daha fazla Kur’an’ın hadise ihtiyacı vardır” diyorlar. Zira, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz sadece bilinmezleri bildiren, idrak edilmezleri ruhlarımıza duyuran bir tarif edici ve bir muallim-i ekber değil, aynı zamanda dinî hükümleri tebliğ, insanî değerleri talim ve ahlâkî esasları temsil yanı itibarıyla muvazzaf bir müşerri’, bir kanun vazıı ve hakikatler hakikatinin bir kavl-i şârihidir.

ÖNEMLİ NOT: BAZI KİMSELER SOHBETİN TAMAMINI DİNLEMEDEN SADECE BU SON PARAGRAFTAKİ SÖZLERİ DİLLERİNE DOLAYIP MUHTEREM HOCAMIZIN “KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI” KONUSUNDAKİ MÜLÂHAZALARINI ÇARPITIYOR, HATTA BİR İFTİRAYA DÖNÜŞTÜRÜYORLAR. SOHBETİN TAMAMINA BAKILIRSA MESELE VUZUHA KAVUŞACAKTIR. AYRICA, ŞU KIRIK TESTİ MEVZUYLA İLGİLİ TATMİN EDİCİ AÇIKLAMALAR İÇERMEKTEDİR: 

KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI MI?

 

Hürmetle…

187. Nağme: Susuz Çöllerde Su Olalım!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili arkadaşlar,

Rabbimizin maddî manevî nimetleri ne latif.. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in rehberliği ne hoş.. dinimiz ne güzel.. ve gönüllere gıda hakikatlerin ihlaslı ağızlardan samimiyetle dökülmesi ne şirin…

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sözlerini dinlerken eminiz siz de aynı hazzı alacak ve aynı güzelliği paylaşmanın neşvesini tadacaksınız.

En son hakikat damlalarından derlediğimiz 08:55 dakikalık bu nağmeyi de muhterem Hocamızın tarif ettiği insanlardan olabilmemiz ve son nefese kadar sabit-kadem kalabilmemiz için dualarınız istirhamıyla arz ediyoruz.

186. Nağme: Sûre İsimlerinden Mülhem Kalb Anahtarları

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli arkadaşlar,

Kur’an-ı Kerim’e gönülden teveccüh etmenin, ihtiyaç tezkeresi ve kalb saffetiyle ona yönelmenin, İlâhi Kelam’ın sûreleri, ayetleri, kelimeleri ve hatta harfleri üzerinde uzun uzun tefekkür ve teemmülde bulunmanın insana her mevsim turfanda meyveler yedireceğine dair canlı bir misal dinledik en son hakikat damlaları arasında.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi namazda okuduğu bir sûrenin isminden hareketle kalb anahtarlarının neler olduğunu anlattı.

İklimi ziya, etrafı huzur o Ezelî Nur’un mü’minler için nasıl câmi bir rehber olduğuna dair imanımız ve gerektiği gibi yönelsek ondan her konuda yol haritası alabileceğimiz konusundaki inancımız arttı Hocamız Kur’an nüktelerini anlatırken.

Kendimiz şevkle dinlerken bu güzel hasbihali, içinizdeki söz sarraflarının duyduklarında alacakları lezzet doldurdu hayallerimizi.

Dualarınız istirhamıyla, hemen arz ediyoruz 08:48 dakikalık bugünkü nağmemizi…

185. Nağme: Şeytanın Büyük Hilesi ve Kaf Dağı’nın Ardı

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili dostlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye şöyle bir soru sorduk:

“İblisin en mühim bir desisesi, kendini, kendine tâbi olanlara inkar ettirmektir” sözü sadece “Şeytan yoktur” diyenlere mi işaret etmektedir; yoksa hemen her hadisede “Şeytanın bununla ne ilgisi var?” deyip yanlışlıklara girenlerle de alakalı mıdır? Bir mü’minin, davranışlarıyla şeytanı inkar etmesi söz konusu olabilir mi?

İşte bugünkü Nağme’de muhterem Hocamızın bu soruya verdiği cevabın 10 dakikalık kısmını arz ediyoruz.

Kısacık da olsa bu bölümde ve sonda anlatılan latif menkıbede çok önemli hakikatlerin ipuçlarını bulacağınıza inanıyoruz.

Muhabbetle…

184. Nağme: Öfkelenmeyin, Minnet Çektirmeyin ve İncinip İncitmeyin!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli arkadaşlar,

Bu sayfada defalarca dile getirdiğimiz üzere bizim tek dert ve dileğimiz var: Cenâb-ı Hakk’ın lütf u ihsanıyla şahitlik ettiğimiz güzellikleri ve dinlediğimiz nefis sözleri dostlarımızla paylaşmak; böylece hem bir Hak Dostu’na (mekan açısından) yakın olmanın  hakkını vermek hem de yeryüzü sathını bir nevi sohbet-i Canan meclisi haline getirmek.. idrak ve ihsas melekelerinin bizimkinden çok daha engin olduğuna inandığımız arkadaşlarımıza malzeme ulaştırıp onların daha derin değerlendirmeler yapmalarına vesilelik etmek.

Fakat, gelin görün ki, söz konusu muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili paylaşımlar olunca hemen her “nağme” medyada çok farklı şekillerde yorumlanıyor ve dosyalarımızdan olmayacak manalar çıkarılıyor. Bazıları ehl-i imanı birbirine düşürmek maksadıyla muhterem Hocamızın sözlerinin muhatabı falan filan kitleymiş gibi gösterirlerken, kimileri de çok karanlık hesaplarla sırf mübarek bir camia hakkında suizanlar oluşturmak için (olsa olsa “testi kırılmadan” sadedinde anlaşılabilecek sözleri) “Gülen’den cemaate uyarı!” gibi manşetler atarak neşrediyorlar.

Kim hangi hesapla ve garazla nasıl çarpıtırsa çarpıtsın, “nağme”leri bizzat okuyan, dinleyen, değerlendiren ve muhterem Hocamızın kendi beyanlarına kulak veren her vicdan sahibinin mutlaka gerçekleri göreceğine, bugün olmazsa yarın kendisinin de istifade edeceğine inanıyoruz. İnşaAllah, bu inançla, tek bir insana bile faydası dokunacağını düşündüğümüz her vesileyi Allah’a ısmarladığımız bir şişe halinde İnternet denizine bırakmaya devam edeceğiz.

Sevgili dostlar,

13:20 dakikalık bugünkü nağmemizde muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi şu hususlara değiniyor:

-Başkaları hangi yol ve yöntemleri kullanırlarsa kullansınlar, siz her zaman müstakim olmalı ve asla istikametten ayrılmamalısınız.

-İnsanı çatlatacak hallerde bile katiyen gazaba kapılmamalısınız. Peygamber Efendimiz bir sahabiye reçete olarak “Öfkelenme!.” diyor. Sizi çekemeyen, her davranışıyla size hased ve rekabet ettiğini ortaya koyan kimselere karşı bile öfkelenmemeli, haset ve rekabete girmemelisiniz.

-Cenâb-ı Hak, başa kakmayı, insanları minnet altında bırakmayı ve bu şekilde onlara eziyet etmeyi yapılan işin sevabını iptal edecek bir sebep olarak zikrediyor: “Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, onları incitmek suretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara, 2/264) buyuruyor. Evet, her türlü sadakat emaresine bu açıdan yaklaşılmalı; riya, süm’a, eza, başa kakma ve minnet altında bırakmayla yapılan o iyilik zayi edilmemeli. Yaptığınız kat kat iyiliğin sıfırını bile göstermeyen kimselere karşı dahi tavır almamalı, onlara aynıyla mukabelede bulunmamalısınız. Sürekli alacaklı olmalı, fakat alacaklı olduğunuz şeyleri asla talep etmemelisiniz. Öyleyse, hep veren, destekleyen siz olsanız da başa kakmak ve minnet altında bırakmak suretiyle başkalarını alacaklı hale getirmemelisiniz. Unutmamalısınız ki, başa kakmak ve minnet altında bırakmak Firavun ahlakıdır.

-Bu dünya darılma dünyası değil dayanma dünyasıdır.

-Alvar İmamı ne güzel söyler: “Âşık der incitenden / İncinme incitenden / Kemalde noksan imiş / İncinen incitenden.” Evet, incitseler de incinme, hele incitmeyi hiç aklına getirme!..

-Kötü sözlere aynı şekilde çirkin ifadelerle karşılık vermemelisiniz. Siz her zaman tatlı dilli olmalı, müsbet hareket etmelisiniz. Muhatabınız tevhid hakikatine bile ilişse, siz öfkelenme ve kötü sözlerle karşılık verme yerine, mantıkî delillerle işin hakikatini anlatmaya çalışmalısınız. Kavl-i leyyinden asla ayrılmamalısınız.

Dualarınıza vesile olması istirhamıyla arz ediyoruz.

183. Nağme: Durağanlıktan Kurtul; Kendini Bil ve O’nu Bul!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili Dostlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, bir namaz sonrası, kudsî hadis diye rivayet edilen şu mübarek sözleri hatırlattı:

“Ey insanoğlu, nefsini bilen Beni bilir; Beni bilen Beni arar; Beni arayan mutlaka Beni bulur ve Beni bulan bütün arzularına ve dahasına nail olur; nail olur ve Benden başkasını Bana tercih etmez. Ey insanoğlu, mütevazi ol ki, Beni bilesin.. açlığa alış ki, Beni göresin.. ibadetinde halis ol ki Bana eresin.”

Daha sonra da nefsini okuyabilen insanların bir Yaratıcı’nın varlığını mutlaka kavrayacaklarını, adım adım O’nun marifetine yürüyeceklerini ve nihayet O’nu bulacaklarını ifade etti.

Bu marifetin yolunun durağanlıktan kurtulmaktan geçtiğini belirten Muhterem Hocamız, fotoselli lamba ve musluklarla ilgili latif bir misal de vererek, her insana bazı kabiliyet ve istidatlar bahşedildiğini, onların ortaya çıkarılması ve uygun şekilde değerlendirilmesi gerektiğini; bu itibarla da her müminin bir kısım vazifeleri üzerine alıp kabiliyetlerini insanlığa hizmette kullanması icap ettiğini ve hem fertlerin hem de toplumların ancak böyle “gayeli müsbet hareketler” sayesinde ayakta kalabileceklerini vurguladı.

Dün biri görüntülü ve sesli biri de yazılı iki çok güzel sohbet neşretmiştik. Henüz onları bile seyredememiş, dinleyememiş, okuyamamış kimseler olabilir. Fakat, arkadaşlarımızın “Teheccüde ya da sabah namazına kalktığımızda, en azından günün ilk fırsatında hemen herkul.org’a bakıyor ve yeni “nağme” arıyoruz. Güne terütaze sözlerle başlamak adetimiz oldu.” türünden mesajları ve samimi talepleri üzerine hemen her gün hiç olmazsa bir cümlecik paylaşmaya çalışıyoruz.

Bu düşünceyle bugün de muhtevasını özetlediğimiz hasbihalin 03:35 dakikalık kısa ama çok hoş bir bölümünü arz ediyoruz.

Hürmetle…

182. Nağme: Komutla Tesbihât, Salât-ı Münciye ve Namaz Takkesi

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili dostlar,

M. Fethullah Gülen Hocaefendi, hemen her zaman ceplerinde birkaç tane namaz takkesi bulundurur ve mescidde başı açık olan misafir varsa onlara hediye eder. Takkesiz namaz kılınmasından rahatsız olur.

Muhterem Hocamız derste ve ikindi sonrasında, terk ettiğimiz güzel adetlerimizden bahsederken namaz takkesi ve bıyık kesme üzerinde de durdu. Herhangi bir zaruret söz konusu değilse, bu iki hususta gösterilen gevşekliğin doğru olmayacağını ifade etti.

Ayrıca, bizim namaz kıldığımız mescidde farz kılınır kılınmaz “salat-ı münciye” duası okunuyor. Malum olduğu üzere, bu duada korku ve belalardan Allah’a sığındığımız sırada bir an ellerimizi ters çeviriyoruz. Bir de, namaz sonrası tesbihatında müezzinlik yapan arkadaşlarımız فَسُبْحَانَ اللهِ بُكْرَةً وَأَصِيلاً diyerek “Sübhanallah”; وَالْحَمْدُ للهِ كَثِيرًا  sözüyle “Elhamdulillah” ve اَللهُ أَكْبَرُ كَبِيرًا  komutuyla da “Allahu Ekber” zikirlerini başlatıyorlar.

Muhterem Hocamız, komutla tesbihat yapmanın Osmanlı’dan tevarüs ettiğimiz militarizmin bir tezahürü olduğunu, aslında müezzinin ezan ve kâmetten başka bir vazifesinin bulunmadığını, hatta Abdullah İbn Ömer gibi bazı sahabilerin farz öncesi İhlas Suresi’nin üç defa sesli okunmasını bile bidat sayıp o camiyi terk ettiklerini; fakat maslahat-ı mürsele ve istihsan gibi bazı disiplinler gereğince müezzinin tesbihatta rehberlik yapmasının kabul edilebileceğini, dahası güzel görülebileceğini; bununla beraber farklı şekillerde tesbihat komutları söylendiğini, bu mescidde de bir hadis-i şeriften alınan -yukarıdaki- sözlerle komut verildiğini anlattı. Bu hususlarda herkesin anlayışına, üslubuna saygı gösterilmesi, hepsinin makbul görülmesi ve kat’iyen ihtilaf çıkarılmaması gerektiğini ifade etti.

Fethullah Gülen Hocaefendi, salat-ı münciyede elleri ters çevirme, tesbihatta işaret edilen komutları seslendirme ve namaz takkesi kullanmaya özen gösterme hususlarını anlatmakla beraber, ihtilaf çıkarmamakla alakalı ikazını da özellikle vurguladı: “Bir kısım önemli, hayatî fasl-ı müştereklerde mutabakat sağlanıyorsa, detaylarda ihtilafa düşmemek gerekir. Bediüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi “hasen”i bulduktan sonra, “ahsen”de ihtilafa düşülmemelidir. Yani iyiyi bulduğunuz zaman, ille de “en iyi” diyerek ihtilaf çıkarmaktansa, kardeşliği ve birliği koruyup o iyiye kanaat etmek en iyiden daha iyidir.”

İşte bu güzel tesbitleri kıymetli Hocamızın kendi sesinden dinleyebileceğiniz 9 dakikalık bugünün nağmesi.

Dualarınıza vesile olması istirhamıyla…

181. Nağme: Tâlip Olmayın Dünyaya!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli arkadaşlar,

Yine öğleye kadar tefsir-fıkıh dersi, sonra Cuma namazı ve akabinde Bamteli sohbeti çekimi derken çok yoğun bir gün geçirdik. İnşaAllah, bugünün meyvelerinden olan kayıtlarımızdan bir kısmını ileride yayınlayacağız.

Bu “nağme”de Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, bir namaz sonrasındaki hasbihalinden 11 dakikalık bir bölümü dualarınıza vesile olması istirhamıyla arz ediyoruz.

Hürmetle…

180. Nağme: En Büyük Cihad

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili dostlar,

Her gün böyle güzel bir sohbet yayınlamanın işin değerini düşürebileceği endişesini hep taşısak da emin olun dile getirilirken hazır bulunup dinleme lütfuna erdiğimiz enfes hakikatleri arşive kaldırmaya gönlümüz razı olmuyor; o sözlerin sadece meclisteki muhataplarına münhasır kalması karşısında güzel bir yemeği yalnız başımıza yemiş olmanın çok ötesinde bir kabalık yaptığımız hissine ve suçluluk ruh haline giriyoruz. (Manevi ziyafet yanında yemek teşbihi çok hafif düştü ama dîk-ı elfaz diyelim!)

Belki her nağmeyi herkes hemen takip edemeyebilir; fakat bugün fırsat bulup İnternet’e giren arkadaşlarımız olursa mutlaka bizim iklimimize dair de yeni bir dosya görsünler ve zamanı onunla değerlendirsinler istiyoruz. Ayrıca, daha sonra müsait olup sayfalarımızı ziyaret edebilecek olan dostlarımızın da muhakkak önceki nağmelere de bakıp istifade edeceklerine inanıyoruz.

Bu düşünceyle, dün harika bir hasbihal neşretmiş olmamıza rağmen bugün de nefis bir “nağme” paylaşıyoruz.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, “en büyük düşman ve ona karşı yapılan büyük cihad” konusunu anlattığı 17:30 dakikalık çay faslını hem görüntülü hem de sesli dosyalar halinde arz ediyoruz.

Muhabbetle…

 

179. Nağme: Şehvet… Ahh Kâtil Şehvet!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli arkadaşlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi senelerce evvel şöyle demişti:

“Ah, katil şöhret, imansız şehvet, nâmert tamahkârlık!.. Nice ruhlar, semtinize bir kere uğramakla sararıp soldu. Nice gönüller, sizin ikliminizde hazan vurmuş gibi yaprak yaprak dökülüp gitti. Ve nice servi kâmetler, sizin şûh kahkahanızla mâbetten ayrılıp, meyhâneye düştü. Evet, atmosferinize uğrayan yiğitler kılıbıklaştı, sünepeleşti; civanlar da civarınızda pîr olup gitti!..”

Şimdilerde hemen her sohbette muhterem Hocamız şehvet, servet, devlet ve şöhret kurbanlarına getiriyor konuyu. Çocuğu uçuruma yuvarlanmak üzere olan bir annenin telaşı ve heyecanıyla çırpınıyor adeta. Bu büyük şeytanî tuzaklardan bizi, sizi, istidadlı nesilleri uzak tutmak için inliyor. Hayır, katiyen belli bir kesimi hedef almıyor; bütün mü’minler adına bağrı yanıyor ve ağlıyor.

Bir ikindi namazı sonrası daha “Acaba bugün hangi hakikat damlalarıyla (siz çağlayan da diyebilirsiniz) ıslanacağız diye beklerken, muhterem Hocaefendi, Âl-i İmrân Sûresi’nin 14. Ayetini okudu, mealini verdi ve ilahi beyanın hatırlattıklarını seslendirdi.

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ

“Kadınlar (kadınlar için de erkekler), oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara (süslenmiş) cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır.”

15 dakikalık bu nağmede muhterem Hocamızın mezkur ayet-i kerime ile alakalı mühim açıklamalarını ve ikazlarını bulacaksınız.

Hürmetle…

Günaha Nedamet

Herkul | | HERKULDEN BIR DEMET HADIS

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّهُ

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

مَنْ سَاءَتْهُ خَطِيئَتُهُ

غُفِرَ لَهُ وَإِنْ لَمْ يَسْتَغْفِرْ

* * *

Hz. Enes b. Malik’in (radıyallahü anh) naklettiği bir hadis-i şerifte

İki Cihan Serveri Allah Rasülü (sallallahü aleyhi ve sellem)

şöyle buyurmuştur:

“İçine düştüğü bir hatanın pişmanlığıyla kıvranan

bir insan diliyle istiğfar etmese de affolunur.”

(Müsnedü’ş-Şihâb, 1/264; el-Firdevs, 37/558)

 

Günaha Nedamet

Allah Teâlâ’nın yasak sayıp yapılmasını istemediği küçük-büyük bütün günah ve hatalardan uzak durabilme cehdi, kişinin imanı ile mebsuten mütenasip, diğer bir tabirle doğru orantılıdır. Bir mü’min, imanının kuvveti, marifetinin derinliği ve Cenab-ı Hakk’a saygısının enginliği ölçüsünde hatalardan uzak kalma gayreti içinde olmakta ve düştüğü günahlar karşısında nedamet duyup ızdırap çekmektedir.

Günahlar için pişmanlık duymak ve bu yüzden vicdanın sızlaması, kişinin Allah ile irtibatının da kuvvetini göstermektedir. Evet bir mü’min her şeyden önce yaratıcısı olan Allah (celle celâlulû) istemediği için günahlardan uzak durur, günaha girdiğinde de O’na saygısızlık ettiği için iki büklüm olup içten içe kendini kınar, “Yazıklar olsun sana! Seni Yaratan’a böyle mi kulluk edecektin?” der ve pişmanlıkla gözyaşı döker. En azından seccadesine kapanıp kıvranır ve derin bir pişmanlıkla inler.

Bu sayılan özellikler, mü’min sıfatıdırlar. Çünkü bir hadis-i şerifte belirtildiği gibi mü’min kimse, günahını bir dağ gibi görüp onu işlediği için hep tedirgin ve rahatsız olur. Bir münafık ise günahını burnunun ucundaki bir sinek kadar hafif görüp ondan rahatsızlık duymaz, pişman da olmaz. Halbuki Allah dostları günaha karşı umursamazlığı en büyük günah olarak görmüşler ve işlenilen günahlar için ömür boyu pişman olunup istiğfar edilmesini kuvvetle tavsiye etmişlerdir. Yine onlar bu konudaki şu veciz ölçünün daima hatırlanmasını istemişlerdir: “Israr edildiği takdirde hiçbir günah küçük sayılmaz. İstiğfar edildiği takdirde de hiçbir günah büyük sayılmaz.

Günahlardan nedametin önemini gösteren bir hadis-i şerif ise şöyledir:

اَلتَّائِبُ مِنَ الذَّنْبِ كَمَنْ لَا ذَنْبَ لَهُ، فَإِذَا أَحَبَّ اللهُ عَبْدًا لَمْ يَضُرَّهُ ذَنْبُهُ

ثُمَّ تَلاَ ﴿إِنَّ اللهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ﴾

قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ وَمَا عَلَامَةُ التَّوْبَةِ؟ قَالَ اَلنَّدَامَةُ

 

Resûlullah (aleyhissalatü vesselam): “Günahına tevbe edip ondan tam dönen, o günahı hiç işlememiş gibidir; Allah bir kulu sevdiği zaman artık ona günahı zarar vermez.” dedi ve şu mealdeki âyeti okudu: “Şüphesiz Allah, çokça tevbe edenleri ve tevbe edip tertemiz olanları sever.”(Bakara sûresi, 2/222) “Tevbenin alâmeti nedir?” diye sorulunca da Allah Rasûlü buyurdular ki: “Gönülden nedamet duyup pişman olmaktır.”(el-Kuşeyrî, er-Risaletü’l-Kuşeyriyye s.91; İbnü’n-Neccâr, Zeylü Târîhi Bağdâd 18/78. Benzer ifadeler için bkz.: İbn Mâce, zühd 30; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 10/150; el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 4/375, 5/387, 439.)

اَللّٰهُمَّ اجْعَلْنَا مِنَ التَّوَّابِينَ اْلمُتَطَهِّرِينْ

وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مُحَمَّدٍ سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحَابِهِ أَجْمَعِي

اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَبَارِكْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِه وَأَصْحَابِهِ أَجْمَعِي

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِي

وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

178. Nağme: Ödüm Kopuyor!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili dostlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ikindi namazı sonrasında gençler ve yaşlılar arasındaki yardımlaşma, gaflet sebepleri, en önemli köprü, mü’minin kırmızı pasaportu, ilahi rahmet, havf-reca dengesi ve imansız gitme endişesi gibi konularla alakalı çok mühim ölçüleri dile getirdi.

Sohbetin sonuna doğru ağlamaktan konuşamayacak hale gelen Hocaefendi’nin korkusu, hıçkırıkları ve recası hepimize çok şey anlatmalı!..

Bizim kendi payımızı alıp almadığımızı sadece Allah bilir; fakat uzaktaki yakınların bu 11:51 dakikalık sohbetten de çok istifade edeceklerine inancımız tam.

Dualarınız istirhamıyla…

177. Nağme: Üstad mı İbn-i Râmiz mi? (!)

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli Arkadaşlar,

Sabah ders, öğle Cuma namazı, ikindi akabinde Bamteli sohbeti derken -elhamdulillah- çok yoğun bir gün geçirdik. Bugün sesli ya da görüntülü bir nağme yetiştiremeyeceğiz ama size latif bir fotoğrafı ve manasını nakledeceğiz.

Bütün Hak dostlarının ortak özelliği olan tevazu ve mahviyet, muhterem Hocaefendi’nin de en bariz vasıflarından biridir. O, şahsında zâtî hiçbir kıymet görmez; kendini insanlardan bir insan veya varlığın herhangi bir parçası kabul eder. Tabiatına mal olan tevazu ruhuyla nefsini, kapının alt eşiği, meskenin sergisi, yolların kaldırım taşı, ırmakların çakılı ve başakların samanı sayar; Alvar İmamı’nın sözlerini gönülden tekrarlar: “Herkes yahşi men yaman / Herkes buğday men saman.”

Tevazu ve mahviyet muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin artık tabiatı olmuştur; bu, onun hemen her anına ve davranışına yansır. Çocuklara bile el öptürmemesi, hakkındaki takdirkâr ifadeleri duymazlıktan gelmesi ya da içtihad hatası deyip geçiştirmesi, çocuğu yaşındaki insanlar yanına girince onları bile ayağa kalkar gibi doğrularak istikbal etmesine rağmen kendisine ayağa kalkılmasından çok rahatsız olması, bu konuda her gün ikazda bulunması, hatta onun bu hassasiyetini bilmeyen bazı misafirler ayağa kalkınca onlar oturmadan salona girmemesi, herhangi bir kanaat önderinin yanında elden geldiğince konuşmayıp dinlemeyi tercih etmesi, koltuğuna oturmayıp yerini o zata vermesi… gibi pek çok hususta bu mahviyetin yansımaları görülür.

Paylaştığımız bazı resimlerde görülen kareler mescid ve ders adabıyla alâkalıdır. Bazen hususi bir şey söylemek için yanına gidenler Hocaefendi’nin maneviyet ve heybeti karşısında mahcubiyetlerinden koltuğa oturmak istemezler; öğrenciler de çoğu zaman önlerinde tefsir, hadis, fıkıh kitabı bulunduğundan hem halka-yı tedrise hem de içinde bulunulan mescide hürmeten (bazen de namaz kılınan yerdeki az sayıda koltuğun doluluğundan) yere otururlar. (Bazılarının bu hali garip karşılamasını, yitirdiğimiz çok değerle beraber ders halkasına ve âlime karşı saygının da zayi oluşunun bir alameti saydığımızı ve özünden utanan o insanların yerine mahcubiyet yaşadığımızı söyleyebiliriz.) Fakat bu tamamıyla onların edep anlayışından ve isteklerinden kaynaklanır. Yoksa, Hocaefendi herkese yer gösterir, bulunduğu mekanda rahat davranılmasını ister; mübalağalı bulduğu saygı ifadelerini hoşnutsuzlukla karşılar.

Bunca söze ne gerek vardı!

Bildiğiniz gibi, el-Kulûbu’d-Dâria (Yakaran Gönüller), Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, Gümüşhânevi Hazretleri’nin Mecmuatü’l-Ahzâb adlı eserinden derlediği, tasnif ve tashih ettiği ve başka kaynaklardan ilaveler yaptığı dualardan oluşan bir dua kitabıdır. Kitabın sonunda muhterem Hocaefendi’nin kendi yazdığı dua ve salat u selam da yer almaktadır. Bu kitap Arapça olduğundan, bütün ulema anılırken yapıldığı gibi Hocaefendi’nin adı yazılırken de başına “Üstad” sıfatı eklenmiştir. Üstad; usta, muallim, öğretmen ve alim gibi manalara gelmekle beraber bugün Arap dünyasında az çok okuma yazmayla uğraşan herkes hakkında “hoca” karşılığı kullanılan bir kelimedir.

Fakat muhterem Hocaefendi bu sıfattan bile rahatsızlık duymakta; “Ülkemizde üstad denince kimin/kimlerin akla geldiği bellidir. Biz onlara çırak bile olamayız. Ben bu vasfı Arapça kitapta da olsa kabul edemem!” demektedir.

Bundan dolayı da kendisinden el-Kulubû’d-Dariâ’yı imzalamasını isteyen olursa, önce kitabın o kısımlarını kendi eliyle değiştirmekte, “Üstad” yazılı yerlere “İbn-i Râmiz” (Râmiz’in oğlu) yazıp sonra imzalamaktadır.

İşte bu nağmede muhterem Hocamızın o türlü bir tashihinin fotoğrafını paylaşıyoruz.

Muhabbetle…

Muhterem Hocaefendi’nin Değiştirdiği Nüsha:

Asıl Nüsha:

176. Nağme: Başkalaşma Belası ve Yitik Nesiller

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili dostlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, en son sohbetinin çay faslında sübjektif mükellefiyet, Fütuhât-ı Mekkiyye, Fütuhât-ı Medeniyye, başkalaşma virüsü, kalbin kaymaması için yapılması gereken dua, unutulan çayın hatırlattıkları, yitik nesiller ve hevâ gibi mevzulara değindi.

12 dakikalık bir bölüm olmasına rağmen kitaplar dolusu konuyu ihtiva ettiğine inandığımız bu hasbihali Bamteli olarak neşretmeyi beklemeden hemen arz ediyoruz.

Muhabbetle…

175. Nağme: Hediye Kitaplar ve Hocaefendi’nin Endişesi

Herkul | | HERKUL NAGME

Değerli arkadaşlar,

Bugünkü dersimizde Cemal Türk ve Nevzat Savaş hocalarımız da vardı. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin hayatında kitabın ayrı bir yeri olduğunu çok iyi bilen bu ağabeylerimiz bazı kitaplar getirmişlerdi.

Mısırlı âlim Prof. Dr. Muhammed İmara, Cezayir ulemasından Prof. Dr. Muhammed Babaammi ile Prof. Dr. Süleyman Aşrati ve Yemen’den Prof. Dr. Fuad Abdurrahman el-Benna tarafından imzalanıp gönderilen kitapları iki ders arasında Hocamıza arz ettiler.

Muhterem Hocaefefendi kitapları alıp inceledikten ve teşekkür ettikten sonra bir endişesini ve duasını dile getirdi.

İşte o esnada çektiğimiz iki fotoğrafı ve kıymetli Hocamızın sözlerini bugünün nağmesi olarak sunuyoruz.

Hürmetlerimizle..

Mısırlı âlim Prof. Dr. Muhammed İmara, Cezayir ulemasından Prof. Dr. Muhammed Babaammi ile Prof. Dr. Süleyman Aşrati ve Yemen’den Prof. Dr. Fuad Abdurrahman el-Benna tarafından imzalanıp gönderilen kitapları iki ders arasında Hocamıza arz ettiler

***

Mısırlı âlim Prof. Dr. Muhammed İmara, Cezayir ulemasından Prof. Dr. Muhammed Babaammi ile Prof. Dr. Süleyman Aşrati ve Yemen’den Prof. Dr. Fuad Abdurrahman el-Benna tarafından imzalanıp gönderilen kitapları iki ders arasında Hocamıza arz ettiler

174. Nağme: Tefsir Dersi ve Cehennem’in Homurtusu

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili arkadaşlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin rahle-i tedrisinde dönem dönem farklı sahalarda eserler okundu ve zaman zaman değişik okuma üslupları takip edildi. Bu cümleden olarak, 31 Mart 2010 tarihinde müzakereli tefsir okumaya başladık.

Her günkü dersin ilk bölümünde (ikinci bölüm fıkıh dersine ya da kitap özetlerine ayrılıyor) önce tefsirleri müzakere edilecek olan ayetleri okuyoruz; sonra o ilahî beyanların meallerini değişik kitaplardan karşılaştırıp Hocamızın tercihlerini kaydediyoruz. Akabinde merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı eserinden ilgili yerleri kelime kelime okuyoruz. Onu müteakiben her arkadaşımız kendi elinde tuttuğu tefsir kitabından farklı hususları, açıklamaları, nükteleri dile getiriyor. Nihayet, muhterem Hocamız hem aralarda açıklamalar yapıyor hem de arz edilen tevcihler arasında en uygun olanlarına işaretlerde bulunuyor.

Şu anda Furkan Sûresi’nin 21. ayetindeyiz. Bugünkü nağmede dersimizin 13:35 dakikalık bir bölümünü paylaşıyoruz. Ayrıca, müzakere mevzuu yapılan eserlerin bir kısmının isimleri ve müellifleri ile bu derste üzerinde durulan ayetleri ve meallerini de kaydediyoruz.

Hürmetle…

***

Müzakerede esas alınan eserler:

İmam Mâturîdî “Te’vilâtü’l-Kur’ân”; Zemahşerî “Keşşâf”; Fahreddin Râzî “Mefâtihu’l-Gayb”; Beyzâvî “Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl”; Ebu Hayyân “Bahru’l-Muhît”; Ebu’s-Suûd “İrşâdu Akli’s-Selîm ilâ Mezâyâ-i Kitâbi’l-Kerim”; Tantavî Cevherî “el-Cevâhir fî Tefsiri’l-Kur’âni’l-Kerim”; Seyyid Kutup “Fî Zilâli’l-Kur’ân”; Molla Bedreddin Sancar “Ebdau’l-Beyân”; Kurtubî “el-Câmiu li Ahkâmu’l-Kur’ân”; Şihâbuddin Âlûsî “Rûhu’l-Meânî”; İmam Suyûtî “Durru’l-Mensûr”; İsmail Hakkı Bursevi “Rûhu’l-Beyân”; Ebu Hasan Burhâneddin Bikâî “Nazmu’d-Durer fîtenâsubi’l-Âyâti ve’s-Suver”; Muhammed Cerir Taberî “Câmiu’l-Beyân”; Diyanet Tefsiri (Kur’an Yolu); Molla Halil Es-Si’ırdî “Basîratu’l-Kulûb fî Kelâmi Allâmi’l-Ğuyûb”; Vehbi Efendi “Hulâsâtu’l-Beyân” ve Bediüzzaman Said Nursî “Risale-i Nur Külliyatı”

***

Furkan Suresi’nin 11-14. ayeti kerimeleri ve meali şöyledir:

بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ وَأَعْتَدْنَا لِمَن كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَعِيراً إِذَا رَأَتْهُمْ مِنْ مَكَانٍ بَعِيدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظاً وَزَفِيراً وَإِذَا أُلْقُوا مِنْهَا مَكَاناً ضَيِّقاً مُقَرَّنِينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُوراً لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُوراً وَاحِداً وَادْعُوا ثُبُوراً كَثِيراً

“Aksine onlar kıyamet saatini yalan saydılar. Her kim o saati yalan sayarsa, bilsin ki Biz ona harlı bir ateş hazırlardık. Bu ateş onlara, daha uzaktan gözükünce, onun öfkesinden gürlediğini ve korkunç homurtusunu işitirler. Elleri boyunlarına kelepçelenmiş, ayakları bukağılı olarak cehennemin daracık bir yerine tıkılınca, orada yok olmak için can atarlar. Kendilerine “Bugün bir kere değil, defalarca dövünüp durun, ölümü isteyin!” denilecek.”

 

Allah’a Kavuşma Arzusu

Herkul | | HERKULDEN BIR DEMET HADIS

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ رَضِيَ اللَّهُ

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

مَنْ أَحَبَّ لِقَاءَ اللَّهِ أَحَبَّ اللَّهُ لِقَاءَهُ

وَمَنْ كَرِهَ لِقَاءَ اللَّهِ كَرِهَ اللَّهُ لِقَاءَهُ

 * * *                 

Hz. Ubade bin Sâmit’in (radıyallahü anh) naklettiği bir hadis-i şerifte

Kainatın Medar-ı İftiharı Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)

şöyle buyuruyor:

“Kim Allah’a kavuşma arzusu içinde olursa, Allah (azze ve celle) de

 -izzet, azamet ve kudsiyetine yakışır şekilde- ona kavuşmayı ister;

her kim de Allah’a vuslat özlemi içinde bulunmazsa Cenab-ı Allah da onunla karşılaşmayı istemez.”

(Buhari, rikâk, 41; Müslim, zikir, 14,16; Tirmizî, cenâiz, 67, zühd, 6;

Nesâî, cenâiz, 10; Müsned, 2/313)

 

Allah’a Kavuşma Arzusu

Ruhlar aleminden dünyaya, kabirdeki berzah aleminden mahşere, oradan da mü’minler hakkında -Allah’ın inayet, lütuf ve keremiyle- ebedi saadete uzanan yolculukta hakiki bir mü’minin en çok arzuladığı husus, Allah Teâlâ’ya kavuşup O’nun rü’yet ve rızasıyla şereflenmektir.

وَرِضْوَانٌ مِنَ اللَّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

“Allah’ın rızası en yüce şeydir. İşte en büyük kazanç ve mutluluk budur.” (Tevbe Suresi, 72) ayetinde de bildirildiği üzere ahirette Allah’a kavuşup O’nun rızasına ermek, mü’minler için tarifi imkansız bir zevk ve mutluluk olacaktır.

Hakiki insan-ı kamil, huluk-u ilâhî ve Kur’an ahlakı ile mütehallik Allah Rasülü (aleyhissalatü vesselam) yüce ahlakı ile daima Cenab-ı Hakk’ı hatırlatmış ve mü’minlerin O’na olan arzu ve iştiyakını artırmıştır. Hatta Allah Rasulü’nün yeşil ravzası dahi uzaktan görüldüğünde Allah’a ve ahirete vuslatı hatırlatmaktadır.

Allah’a kavuşma arzusu, Allah’ı sevme ve Allah tarafından sevilme iştiyakıyla da irtibatlıdır. Allah tarafından sevilmeyi arzulayan ve ahirette O’na ulaşacaklarını uman mü’minler benliklerine takılmamış, dünyanın geçici lezzet ve menfaatlerine gönüllerinde yer vermemiş ve böylece cihan onların önünde dize gelmiştir.

فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا

“Artık kim Rabbine kavuşacağını umuyorsa, makbul ve güzel işler işlesin ve sakın Rabbine ibadetinde hiç bir şeyi O’na ortak koşmasın.” (Kehf Suresi, 110) ayetinde anlatıldığı gibi onlar amellerini yalnız Allah için yapmış ve O’na vasıl olacakları günü hasretle beklemişlerdir.

Allah dostu insan-ı kamiller hep Cenab-ı Hakk’a kavuşma (likâ) arzusuyla yanıp tutuşmuş fakat Allah (celle celâluhû) emanetini alıncaya kadar vuslat arzusuna ve dünya sıkıntılarına sabretmişlerdir. Onlar böyle davranmayı, Allah’a saygının bir gereği olarak görmüşlerdir.

اَللّٰهُمَّ لِقَاءَكَ وَرُؤْيَتَكَ وَرِضَاكَ وعِنَايَتَكَ وَرِعَايَتَكَ وَحِفْظَكَ

وَشَفَاعَةَ نَبِيِّكَ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ

وَبَارِكْ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحَابِهِ الْكِرَامِ

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ

وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

173. Nağme: İflasın Böylesi ve Müflisler

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli Arkadaşlar,

Gerçi birkaç saat sonra bu haftanın Bamteli ve Kırık Testi dosyalarını yayınlayacağız; Kırık Testi’de İrfan Ufku”, Bamteli’nde ise Gizli Enginlikleri Bulunan Sevgili Kullar” başlıkları altında biri yazılı diğeri de sesli ve görüntülü iki enfes sohbeti neşredeceğiz.

Fakat, muhterem Hocamızın ikindi namazı sonrası acı acı, ızdırapla ve “Allah aşkına hassasiyet!.” dercesine yalvarıyor gibi bakan gözlerle dile getirdiği hakikatleri arşive hapsetmek istemiyoruz.

9 dakikalık hasbihali bugünün “nağme”si olarak arz ediyoruz.

Hürmetle…

172. Nağme: Niçin Ümitsiz Olalım ki!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili Dostlar,

Evvelâ; Cenâb-ı Hakk’ın lütf u ihsanı olan güzellikleri elimizden geldiğince sizlere de ulaştırmaya çalışıyoruz. Fakat, sosyal medyaya dair işler asıl vazifelerimizin yanında “nafile” kabîlinden olduğundan zaman zaman “nağme”leri hazırlayıp yetiştirmekte zorlanıyoruz.

Muhterem Hocamıza bir saatlik dersi arz edebilmek için bile bizim üç dört saat çalışmamız gerekiyor. Elhamdulillah dersler bir başlayınca da günlük koşturmaca ve sair sorumluluklarımız her an biraz daha artarak devam ediyor. Dolayısıyla bazen yeni paylaşımlar isteyen dostlarımızı ziyadesiyle bekletmiş oluyoruz. Gecikmelerden ve az da olsa boş geçtiğimiz günlerden dolayı affınızı istirham ediyoruz.

Sâniyen; Twitter hesabımıza ve Facebook sayfamıza bazen yakışıksız mesaj ve yorumlar yazılıyor. Arkadaşlarımız da hemen onlara cevap yetiştiriyor ve aynıyla olmasa da kendilerine yakışmayacak şekilde mukabelede bulunuyorlar. Bu da inatlaşmadan ve kalblerin arasını daha da açmadan başka bir işe yaramıyor. Keşke biz üzerimize düşeni yapsak; faydalı bulduğumuz sözleri paylaşsak, başkalarının da istifade etmeleri için uğraşsak ama asla kötülerle meşgul olmasak ve çirkin lafları hiç kâle almasak. Vicdanı ölmemiş olanlar da mutlaka bir gün gerçekleri görür ve müstefid olurlar; bu hususta kavlî ve fiilî dua etsek.

Sâlisen; bazı dostlarımız da “nağme”lerle ilgili mülahazalarını yazarken “Keşke ben de orada olsaydım!.. Sizin yerinizde olmak için neler vermezdim!..” türünden cümleler serdediyorlar. Böyle ifadeler bir hasret, özlem ve hüsn-ü zannın yansımaları olması açısından güzel sayılabilir. Fakat buna da küçük bir şerh koymak istiyoruz: Muhterem Hocamız hemen her zaman “yakın körlüğü”nden bahsediyor; “mesafe açısından çok yakın ama gerçekte uzaklardan uzak kimseler olabileceği gibi, dünyanın diğer ucunda yaşadığı halde yakınlardan daha yakın insanların da bulunduğunu” anlatıyor. Asıl yakınlık ve beraberliğin duygu, düşünce ve gaye birliğinden geçtiğini belirtiyor. İnşaAllah biz uzaklardan değilizdir; fakat sizlerin çoğunuzun yakınlardan yakın olduğunuza inanıyoruz. Şayet her birimiz Mevlâ-yı Müteâl’in şahsımız için takdir buyurduklarına razı olur ve elimizdeki imkanları en iyi şekilde değerlendirip konumumuzun hakkını vermeye çalışırsak Hazreti Üstad’ın şu sözüne dahil olacağımızı ümit ediyoruz:

Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak, biz yine birbirimizle beraberiz.

Bu duygularla, bugünkü nağmemizde de 09:40 dakikalık yeni bir hasbihali sunuyoruz.

Dualarınız istirhamıyla…

171. Nağme: Özü, Köpüğe Fedâ Etmeyin!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli Arkadaşlar,

Evvelki mesajlarımızda belirttiğimiz üzere M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin masasında senelerce öncesine ait tefsir notları son tashihleri yapılıp kitaplaştırılmak üzere bekliyordu. Muhterem Hocamız hem onu bitirmek hem de uzun zamandır yazmayı düşündüğü birkaç makale ile meşgul olabilmek için her sabah yapageldiğimiz tefsir ve fıkıh derslerimize bir müddet ara vermişti. Dün Kur’an’ın îcâz ve i’cazını anlatan ve çokları için başucu kitabı olacağını umduğumuz eseri tamamladı.

Allah’a şükürler olsun ki, bugün derslerimize yeniden başladık. İlk fasılda Furkan Sûresi’nin ilk dokuz ayetiyle alakalı açıklamaları Elmalılı Hamdi Yazır hazretlerinin eserinden okuduk. İkinci bölümde ise, Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan’ın Fuzûlî Divanı Şerhi isimli kitabının özetini dinledik.

Muhterem Hocamız, dersin başında Yaşar Tunagür Hoca’dan bizzat dinlediği bir hadiseyi hatırlattı. Kendisinden ders okudukları Hüsrev Hoca, sırt üstü yatarak dahi olsa elinde kitabı tutabildiği sürece talebelerine ders vermeye devam eder. Fakat son zamanlarında artık kitabı elinde tutamaz olur ve kitap zaman zaman yere düşer. Onun bu hâlini gören talebeleri, bu durumun mâkul bir mazeret teşkil ettiğini söyleyerek hocalarının elinden kitabı almak isterler. İşte o esnada Hüsrev Hoca, “Allah’ım beni affet, dersi asla bırakmak istemiyordum ama halimi görüyorsun” der ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya durur.

Hocaefendi bunu hatırlattı ve “Nasıl ölüm gelip kapımızı çalacağı âna kadar namaz, zekât, oruç gibi ibadetler, mükellefiyetler bizden düşmemektedir; aynı şekilde din-i mübîn-i İslâm’ı i’lâ ve dünyanın dört bir yanında ruh-u revan-ı Muhammedî’nin (aleyhissalâtü vesselâm) şehbal açmasını sağlama istikametinde cehd ü gayret içinde bulunmak da takatimiz ölçüsünde üzerimizde bulunan bir sorumluluktur ve bu sorumluluk son nefesimizi vereceğimiz âna kadar devam eder.” şeklindeki mülahazalarını dile getirdi. Bu düşünceyle ahirete yürüyeceği ana kadar okumak ve okutmaktan vazgeçmeyeceğini belirtti.

Mevlâ-yı Müteâl nasip ederse, derslerimize ait kayıtları da sizlerle paylaşmayı sürdüreceğiz. Bugünkü nağmede 12 dakikalık (her günkü sohbete “çok güzel.. harika.. enfes..” demenin yakışık almayacağını düşünüyorum ama nasıl ifade edeyim bilemiyorum, sahiden) pek müessir bir hasbihali arz ediyoruz.

Dualarınız istirhamıyla…

170. Nağme: Röportaj Teklifleri ve Hocaefendi’nin Mahviyeti

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili Dostlar,

Bir önceki mesajımızda muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ile röportaj yapabilmek için bir buçuk iki sene devam ettirdiği ısrarları neticesinde dün bu arzuyu gerçekleştiren Amerikalı misafirlerimizden bahsetmiştik.

İşin doğrusu muhterem Hocamıza dünyanın hemen her ülkesinden yazılı ya da görüntülü röportaj teklifleri geliyor. Hocaefendi bu taleplerin neredeyse yüzde doksan dokuzunu nezaketle geri çeviriyor.

Dünkü misafirlerimiz iki sene boyunca defalarca randevu talebinde bulundular. M. F. Gülen Hocaefendi nihayet sorularına yazılı cevaplar verdi ama onlar ısrarlarına devam ettiler. Belgesel için yazılı cevapların yetmeyeceğini, hiç olmazsa beraber çay içmek istediklerini bin bir istirhamla ilettiler. Sonunda biraz da aracı şahısların rica ve minnetleriyle yarım saatlik çay ikramı gerçekleşti.

Muhterem Hocamızın tevazu ve mahviyetini bilmeyenler onun sun’îliğe girmeme, görüntü verme peşinde olmama ve sırf göstermek için bir şey yapmama hususundaki hassasiyetini de anlamakta zorlanabilirler. Nitekim, misafirlerimiz belgeselin senaryosu için zaruri gördükleri “Okul.. okul.. okul..” sözünü Hocaefendi’den alabilmek için akla karayı seçtiler.

Muhterem Hocamız bilhassa kendisi ile alakalı soruları bir iki kelimeyle/cümleyle adeta geçiştirdi. Bunun üzerine belgeselin yapımcısı ve yönetmeni olan misafirimiz şunları söyledi: “Efendim, biz Amerikalılar kendimizi tanıtacağımız ya da CV’mizi yazacağımız zaman en küçük bir işimizi bile anlatır, büyütür, nazara veririz. Fakat sizler en büyük işlerinizi ve en bariz özelliklerinizi bile söylemiyor, adeta mahcubiyet yaşıyorsunuz. Aynı hususu talebelerinizde de gördüm. Gittiğim ülkelerde tanıştığım kardeşlerinize, arkadaşlarınıza “Siz kimsiniz, neler yapıyorsunuz?” dediğimde çoğunlukla “Öğretmen.. doktor.. mühendis… esnaf.. talebe..” hep bir iki kelimeyle cevaplar aldım. Hatta birine dedim; ‘İyi de bunca senelik doktorsun; bu hale gelene kadar neler yaptın, şimdi nelerle meşgulsün; doktorluğu sana bedava vermediler ya!..’ Evet efendim, sizde ve arkadaşlarınızda gördüğüm en önemli özelliklerden biri tevazu ve mahviyet. Bir yerde dünya kadar hizmet yapılmış; fakat oranın hizmet erlerine sorsanız sanki kendileri o işin içinde hiç yoklarmış gibi davranıyorlar, hiç sahiplenmiyorlar. Herhalde kültürlerimiz arasındaki en zahir farklardan biri bu!”

Evet, misafirlerimiz muhterem Hocamıza sözlü ve yazılı bir çok soru sordular ve bazılarına kısa bazılarına yeterince cevaplar aldılar. Sorulardan biri ve cevabı şöyleydi:

İlgi odağı olmaktan, medyada görünmekten neden uzak duruyorsunuz? Bunun mesajlarınızın daha geniş kitlelere duyurulmasına engel teşkil edeceğini düşünüyor musunuz?

Mahviyet insanı olduğumu söyleyemem. Fakat eskiden beri, beni bilen, gören insanların içinden geçmeye bile utanmışımdır. Edirne’de cami penceresine çekilmeme sebep olan şeylerden bir tanesi de bu duygudur. Bunlar benim tabiatımla ilgili şeyler, insanlar ister takdir nazarıyla, isterse tahkir nazarıyla baksınlar fark etmiyor, ben hepsinden sıkılıyorum. Yapılan işlerin mimarıymışım gibi, kalkıp Türki dünyalara gitseydim insanlar bana bakacak, sarılacaktı. Bu tür şeyler bana tabii gelmiyor. Hatta daha önce Cenab-ı Hak üç kez nasip etmişti ama yıllar önceydi, son bir kere daha hacca gitmeyi çok arzu ediyorum; fakat yine bilinip tanınıyor olmaktan ve alayişten çekiniyorum. Bazıları bunların birer kompleksten kaynaklandığını düşünebilir. Ben bu tür komplekslerden arınmış bir insan olduğumu iddia etmiyorum. Ama adına ne denilirse denilsin, benim tabiatımda böyle bir utanma duygusu var.

Aslında görünmeyi, orada burada olmayı gerektirecek durum da yok. Güzel insanlar, güzel işler yapıyorlar; onların uyandırdığı hüsn-ü tesirin beni tanımakla, benimle kırılmasını arzu etmiyorum. Bunun için de, güzel insanların emekleri boşa gitmesin, onların yaptıkları benimle yıkılmasın diye kendi köşemde kalmayı tercih ediyorum.

Dahası milletin sa’yine terettüp eden hizmet ve muvaffakiyetlerin tek şahsa mal edilmesi gibi bir zulüm ve itikadımızca şirke kadar varabilecek bir yanlış yorumun da önüne geçmek istiyorum.

Mesajlarıma gelince; senelerdir cami kürsülerinde, konferans salonlarında, gazete ve mecmua sayfalarında fikirlerimi anlattığım gibi şimdilerde de haftalık sohbetlerle gerekli gördüğüm hususlarda kanaatlerimi ifade ediyorum. Sohbetler de hem İnternet üzerinden hem de televizyon ve radyolarda neşrediliyor.”

Kıymetli arkadaşlar,

Gerçi bu ziyaretle ilgili anlatılabilecek pek hoş anekdotlar, paylaşılabilecek çok güzel resim, video ve ses kayıtları var. Fakat, misafirlerimizin hazırladıkları belgesel yayımlanıncaya kadar beklememiz konusundaki ricaları üzerine onları arşivimizde bekletecek, bugün de sadece iki fotoğraf neşretmekle yetineceğiz.

Hürmetle…

Röportaj ensasında:

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi 
 Röportaj ensasında

Namaz sonrasında:

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi 
 Namaz sonrasında

169. Nağme: Onlar Kendilerini Zâlim Görüyorlarsa, Bize Ne Demeli!..

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli Arkadaşlar,

Özellikle imza attığı belgesellerle tanınan bir yazar, yapımcı ve yönetmen muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ile röportaj yapabilmek için bir buçuk iki senedir devam ettirdiği ısrarları neticesinde bugün misafirimiz oldu. Hizmet erleri, sevgi okulları ve diyalog gayretleri ile alakalı belgesel için altı ayrı ülkede tamamladığı çekimlerine Hocaefendi görüşmesiyle nokta koydu. İnşaAllah bu ziyaretle ilgili resim, video ve ses kayıtlarımızı yarın ya da ileriki günlerde paylaşacağız.

Şimdilik bugün çektiğimiz iki fotoğrafı ve dün ikindi namazı sonrasındaki gönül yakıcı ve göz yaşartıcı hasbihalin 09:40 dakikalık kısmını neşrediyoruz.

Sohbetin sonuna doğru mescidimizdeki atmosferi tarif etmemiz mümkün değil. Ses kaydının tamamını dinleyenlerin o havayı hissedeceklerini zannediyoruz.

Dualarınız istirhamıyla…

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi

 

Sabır ve Şükür

Herkul | | HERKULDEN BIR DEMET HADIS

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

اَلْإِيمَانُ نِصْفَانِ

نِصْفٌ فِي الصَّبْرِ وَنِصْفٌ فِي الشُّكْرِ

* * *                  

Uzun Yıllar Rasülullah (aleyhissalatü vesselam)’ın

hizmetini gören Hz. Enes b. Malik (radıyallahu anh),

Peygamber Efendimiz

(sallallahu aleyhi ve sellem)’in

şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“İman iki kısımdan müteşekkil bir bütündür;

onun bir yarısını sabır, diğer yarısını da şükür oluşturur.”

(Şuabü’l-İman, 123/7; Feyzu’l-Kadîr, 188/3)

 

Sabır ve Şükür

Yüce dinimiz İslam’ın iki mühim esası olan sabır ve şükür Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde pek çok kez vurgulanmıştır. Sabır ve şükrün önemine işaret eden bazı ayet-i kerimeler şöyledir:

اِسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ

“Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım isteyiniz.” (Bakara Sûresi, 2/45)

وَاللهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ

“Allah sabredenleri sever. (Âl-i İmrân Sûresi, 3/146)

لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَزِيدَنَّكُمْ

“Eğer şükrederseniz nimetimi artırırım.” (İbrahim Sûresi, 14/7)

إِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ

“Allah Teâlâ’ya şükrederseniz, O da sizden razı olur.” (Zümer Suresi, 39/7)

 

Diğer yüce evsafta olduğu gibi sabır ve şükürde de Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) ümmetine ve bütün insanlığa en güzel örnek olmuştur. O, mübarek hayatlarında karşılaştığı eziyetlere daima sabretmiş ve davası uğrunda maruz kaldığı sıkıntılar sebebiyle hiçbir zaman şikayette bulunmamıştır. Yine O, mazhar olduğu küçük-büyük bütün nimetlere daima şükretmiş, nankörlüğün en küçüğünden dahi fersah fersah uzak olmuştur.

Malum olduğu üzere Allah Rasülü geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılar, uzun uzun dua ve zikirde bulunurlardı. Bir keresinde O’nun bu hali karşısında Hz. Aişe annemiz “Ey Allah’ın Rasülü! Senin geçmiş ve gelecek günahların bağışlandığı (yani bütün hayatın boyunca günahtan korunup hiç günah işlemediğin) halde bu kadar ibadetin hikmeti nedir?” diye sorduğunda İki Cihan Serveri şu cevabı vermiştir:

أَفَلَا أَكُونُ عَبْدًا شَكُورًا

“Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı!” (Buhârî, Teheccüd 6; Müslim, Sıfâtü’l-münâfıkîn 79-81)

Kur’an’da bu manayı ifade eden bir ayette ise mealen şöyle buyrulmuştur: “Ey Davûd hanedanı, sürekli şükür gayreti içinde olun” (Sebe Suresi, 34/13) Yani, şükür sizin sürekli yaptığınız, daima tazeleyerek devam ettiğiniz bir ameliniz, işiniz olsun. Yine bir gün Hz. Davud (aleyhisselâm): “Yâ Rab! Sana nasıl hakkıyla şükredebilirim ki! Sana şükür etmem dahi üzerimde şükrü gerektiren ayrı bir nimettir!” deyince, Allah Teâlâ: “İşte şimdi tam şükre erdin.” buyurmuştur.(Beyhakî, Şuabü’l-îmân 4/100-101; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 9/333)

Ayet ve hadislerden anlaşıldığı üzere her mü’min, sahip olduğu şükür hissini daha da geliştirmeye çalışmalı, bunu gerçekleştirmek için alıştırmalarda bulunmalıdır. Nitekim bir hadis bunu teyid eder mahiyettedir:

مَنْ لَمْ يَشْكُرِ الْقَلِيلَ لَمْ يَشْكُرِ الْكَثِيرَ، وَمَنْ لَمْ يَشْكُرِ النَّاسَ لَمْ يَشْكُرِ اللّٰهَ

“Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez. İnsanlara teşekkürde bulunmayan Allah’a da şükretmez.” (Tirmizî, Birr 35; Ebû Dâvûd, Edeb 12; Müsned, 4/278)

Hakiki bir mü’minin en güzel özelliklerinden birisi bela ve musibetlere karşı şikayet etmeden sabır; nimetlere de daima şuurluca şükür ameliyesi içinde olmasıdır. Bu manayı ifade eden bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ؛ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ، وَلَيْسَ ذٰلِكَ لِأَحَدٍ إِلَّا لِلْمُؤْمِنِ

إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ

“Mü’minin her hali şâyân-ı takdir ve güzeldir. Onun her işi hayırdır ve bu da mü’minden başkası için söz konusu değildir. Çünkü o, herhangi bir nimete mazhar olunca şükreder, bu onun için hayır olur; herhangi bir sıkıntıya maruz kaldığında da sabreder, bu da yine onun için hayır olur.”(Müslim, zühd 64; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 1/322) sözü ne mânidardır.

اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ و بَارِكْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِه وَأَصْحَابِهِ أَجْمَعِينْ

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ

وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

168. Nağme: Muhterem Mustafa Sungur Ağabey’in Ardından

Herkul | | HERKUL NAGME

Gıyabî Cenaze Namazı ve M. F. Gülen Hocaefendi’nin Hatıraları/Hissiyâtı

Bediüzzaman Hazretleri’nin mümtaz talebelerinden Mustafa Sungur Ağabey’in Hakk’a yürüdüğünü öğrenmiş olmaktan dolayı hüznümüzü; muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bir taziye mesajı gönderdiğini, gün boyu defalarca sözü merhuma getirdiğini ve ikindi namazından sonra yine Mustafa Sungur Ağabeyimizden bahis açıp onunla alakalı hatıralarını anlattığını dünkü mesajımızda ifade etmiştik.

Bugün de muhterem Hocaefendi’nin isteği ve iştirakiyle Nur Kahramanı ağabeyimiz için gıyâbî cenaze namazı kıldık ve dualar ettik.

7 dakikalık bu nağmede kıymetli Hocamızın merhum Mustafa Sungur ağabeyimizle alakalı hatıralarını ve hissiyatını arz ediyoruz.

Bu arada Hocaefendi’nin bu hasbihalde de yer alan şu istirhamını hatırlatmak isteriz:

“Herkes Sungur Ağabey için dua etsin ve şöyle desin:

اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي وَلِمُصْطَفَى صُونْغُورْ

Allahümme’ğfirlî ve li(Mustafa Sungur)

‘Allahım, beni ve Mustafa Sungur Ağabeyi mağfiretinle, rıdvanınla, rü’yetinle şereflendir!

Mümkünse herkes yüz defa desin bunu; Arapçası tekrar edilebileceği gibi, Türkçesi de söylenebilir.”

Bir kere daha Merhum Mustafa Sungur Ağabey’e Mevlâ-yı Müteal’den sonsuz rahmet ve mağfiret diliyor; aile fertlerine, yakınlarına ve dostlarına sabr-ı cemil niyaz ediyoruz.

167. Nağme: Meçhul Kahramanlar ve Sübhanallah Çizgisi

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili Arkadaşlar,

Bugün hayatını Kur’an ve iman hizmetine adamış, Bediüzzaman Hazretleri’nin mümtaz talebelerinden Mustafa Sungur Ağabey’in Hakk’a yürüdüğünü öğrenmiş olmaktan dolayı mahzunuz.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi bir taziye mesajı gönderdiği ve gün boyu defalarca sözü merhuma getirdiği gibi, ikindi namazından sonra yine Mustafa Sungur Ağabeyimizden bahis açtı ve onunla alakalı hatıralarını anlattı.

Şimdilik şu hususu nakletmekle yetineceğiz:

Muhterem Hocaefendi bir aralık şunları söyledi:

“Herkes Sungur Ağabey için dua etsin ve şöyle desin:

اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي وَلِمُصْطَفَى صُونْغُورْ

Allahümme’ğfirlî ve li(Mustafa Sungur)

‘Allahım, beni ve Mustafa Sungur Ağabeyi mağfiretinle, rıdvanınla, rü’yetinle şereflendir!

Mümkünse herkes yüz defa desin bunu; Arapçası tekrar edilebileceği gibi, Türkçesi de söylenebilir.”

Allah nasip ederse, yarın o büyük Nur Kahramanı için gıyâbî cenaze namazı kılacağız; Hocamızın ikindi sonrası anlattıklarını da -inşaAllah- yarın kaydedeceğimiz görüntülerle beraber neşretmeyi düşünüyoruz.

Merhum Mustafa Sungur Ağabey’e Mevlâ-yı Müteal’den sonsuz rahmet ve mağfiret diliyor; aile fertlerine, yakınlarına ve dostlarına sabr-ı cemil niyaz ediyoruz.

***

Bugünün “nağme”sine gelince,

Kıymetli Dostlar,

Muhterem Hocaefendi bundan önceki hasbihalde iman ve Kur’an hizmetinde en bereketli işler yapanların “meçhul kahramanlar” olduğunu, onlardan bazılarının dünyanın dört bir yanına mefkure muhaciri olarak gidip dillere destan vazifeler gördüklerini ama kendilerini ifade etmeyi hiç düşünmediklerini anlattı.

Ayrıca, “Sübhanallah çizgisinde hizmet etme”nin ne manaya geldiğini açıkladı.

Aslında, bugün sadece taziye ile yetinebilirdik; fakat, -arkadaşlar- arz edeceğimiz bu 8 dakikalık sohbet gerçekten çok güzel.

Muhabbetle…

 

166. Nağme: O Günler Ne Günlerdi

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli Arkadaşlar,

Bugünkü Cuma Hutbesi’nde ders halkasındaki arkadaşlarımızdan Ümit Hocamız, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Yağmur Dergisi’nin Nisan-2003 sayısında neşredilen “O GÜNLER NE GÜNLERDİ” başlıklı makalesini okudu. Gönlün sesi olan kelimeler manevî bir atmosferde bir de yürekten telaffuz edilince herkesin gözleri yaşardı; kendisine seslenilen Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize kalbî nameler gönderildi.

Hutbenin ses kaydını almadığımıza ne kadar üzüldük bilemezsiniz. Hiç olmazsa o enfes makaleyi hatırlatmak, bir kere daha mütalaalara arz etmek istiyoruz.

Hürmetle…

Dosyayı yazı olarak indirmek için tıklayınız

O GÜNLER NE GÜNLERDİ

Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,

Aylar bize hep Muharrem oldu!

Akşam ne güneşli geceydi;

Eyvah o da leyl-i mâtem oldu!

………………

Allah için ey Nebî-yi Mâsum,

İslâm’ı bırakma böyle bîkes,

Bizleri bırakma böyle mazlum.

(M. Âkif)

Bir zamanlar içimizde Sen vardın, varlığın sayesinde her şey büyülü ve her şey çok güzeldi. Belki bazen bir kısım kopuklukların yaşandığı ve davranışların sevimsizleştiği, tavırların kabalaştığı, ses ve solukların hırıltıya dönüştüğü de olurdu; ama, hemen arkasından Senin dünyandan gelen ışık ve esintilerle bütün bu olumsuzluklar silinir gider, yeniden düşünce ve his atlasımızda sadece Sen ve Senin o rengârenk atmosferin tüllenmeye başlardı. Ufukların kararması, ruhları hafakanların sarması, Senin bütün gönüllerde doğuvermene bir çağrı gibiydi: Ne zaman bunalıma düşsek, gölgen tıpkı bir dolunay gibi gönlümüzün tepelerinde beliriverir ve bütün kasvetleri siler-süpürür, götürürdü. Ne vakit biraz sıkışsak veya kendimize takılsak, içinde bulunduğumuz o muzlim hâl, ışığına bir çağrıymış gibi, birdenbire dört bir yanda Senin o hususî dünyanın sıcaklığı, yatıştırıcılığı duyulmaya başlar ve sonsuzdan gelen nurlar sarardı her yanımızı.. esen rüzgârlar Senin kokunu sürünür gezer.. ikliminin vâridâtı şelaleler gibi başımızdan aşağı boşalır ve biz ötelerden gelen nurlarla banyo yapmışçasına serinlerdik.

Hemen her zaman böyle kısa bir kopukluktan sonra, kendi kendimize: “Eyvah, meğer ne kadar O’nsuz kalmışız.” der ve gönüllerimizde Seni bir kere daha taptaze bulmuş olurduk. Her sürçme, her inhiraf, her bulantıdan sonra âdeta Rahmeti Sonsuz, Seni bir kez daha bize iade ederdi de duyardık bütün benliğimizle sesini-soluğunu, ışığını-kokunu ve mesajının büyüleyen şivesini; duyar ve sihirli bir balona binmiş gibi bir hamlede yer çekiminden kurtulur, ruhlarımızda sonsuza doğru bir hareket havası hissederdik. Böyle bir havanın sihriyle bize ait kirlenmiş atmosferden sıyrılıverir ve âdeta semavîleşirdik. Öyle ki, ruhumuzu ne zaman yoklasak, Senin o ışıktan dünyandan sızıp gelen ve gönlümüzün derinliklerine akan bir ziya, bir ümit, bir inşirah hisseder ve kendimizi Senin o sımsıcak huzurunda sanırdık. Çünkü, içimizde her zaman Sen vardın ve varlığınla her şey çok güzeldi.

Sen bizim için hem geçmiş hem gelecek hem de hâldin; zaman üstü ve büyüleyen öyle bir duruşun vardı ki, nurunla her vakit içimizde gibiydin.. kendi ışık çağında durur, günümüzü kucaklar, ileriye işaretlerde bulunur ve bütün zamanlara kendini dinletirdin. Sinelerimiz otağındı; gönüllerimizde yaşar, bizi kendin gibi yaşatır, annelerimizin kucaklarından daha sıcak o mübarek atmosferinde bizlere yumuşak yumuşak ninniler söylüyormuşçasına hafakanlarımızı dağıtır ve rahatlatırdın hepimizi. Çok defa mânevî huzurunun câzibesine kendimizi salar ve ışığınla taçlandırdığın çağlarda dolaşır, bir zamanlar milletçe ortaya koymuş olduğumuz tarihî güzellikleri temâşâ eder; yitirdiğimiz ya da terk ettiğimiz değerleri yeniden bulmuş gibi olur, çocuklar gibi sevinir; derken Senden fışkırıp gelen o nazlı ve hülyalı günler, hafızalarımızda bir kez daha çiçekler misillü açar; açar ve milletçe Nur Çağı’nın memelerinden süt emiyor gibi olurduk; olurduk da o küflenmiş, kirlenmiş dünyalarımız yeniden pırıl pırıl bir hâl alır; kırılmış, yırtılmış, şirazeden çıkmış hülyalarımızın parçaları bir araya gelir ve Seninle nuranîleşen zamanlar, yaşadığımız günlerin, saatlerin, dakikaların içine akar ve bize gerçek hayatın rengini, desenini, şivesini fısıldardı.

Bizimle aynı memeden süt emmeyenler ne yudumlarlarsa yudumlasınlar, biz hemen her zaman hiç kimsenin duyup tatmadığı hazlarla soluklanır, gözlerimizi açıp kapar ve cennetlerdeymişçesine düşündüğümüz, arzu ettiğimiz, istediğimiz ve elimizi uzattığımız hemen her şeye ulaşır ve âdeta hep rüyalar âleminde dolaşırdık.. neden olmasın ki, içimizde Sen vardın; zaman, mekân ve bunlara bağlı her şey de bize yârdı.

Ne zaman gönüllerimizde Seninle münasebete geçsek, birden âdî ahvâl ve düşüncelerimizin üstünde Senin âhenkli, hülyalı ve aydınlık dünyan tüllenmeye başlar, his ve heyecanlarımızı şahlandıran o esrarlı hayat sergüzeştin bizi, olduğumuz yerden, Sana vâsıl olacağımız şehraha ulaştırır; o yolla ta Hak kapısının önüne götürür, bize mekân üstü teşrifat salonlarında Firdevs koltukları gibi minderler serer ve gönüllerimize hülyalara denk güzellikler sunardı. Seninle bulunduğumuz o sırlı zamanlarda, düşünülmesi imkânsız daha neleri hatırlar, ne zevk ve haz fasılları yaşar ve kim bilir her gün kaç kez “Meğer hayat buymuş.” diyerek var olma neş’e ve sevinciyle soluklanırdık. O zamanlar gölgen üzerimizde, biz de varlık ve yokluğun farkında idik! Senin o masmavi ikliminden süzülüp gelen ruh ve mânâ, bizim özümüz ve canımızdı; bizler onunla yaşar, onunla oturur kalkar, onunla her engeli aşar ve onunla ulaşmak istediğimiz zirvelere ulaşır, sonra yürürdük duraksamadan hedeflerin en kutsalına; Hak rızasına ve ona vesile kabul ettiğimiz nâmını yedi cihana duyurmaya.. ipekler gibi yumuşak nefes ve soluklarla zaman zaman hep kuşlar gibi yükseklerde uçarak, meltem olup her şeyi, herkesi okşayarak, zaman zaman da bulutların bağrında yağmurlaşarak; sonra da dört bir yana sağanak sağanak boşalarak her lahza hayatla çağlardık. “İşte hayat budur.” deyip gönlümüzce yaşadığımız o aydınlık gün ve aydınlık saatlerde güneşimiz Seninle doğar, Seninle batar; gündüzler çehren gibi pırıl pırıl gelir geçer, geceler siyah zülüflerinden bize türküler söyler ve nabızlarımız her zaman kalbinin ritimlerine uygun atardı. Dimağlarımız Seni düşünmekle dinlenir, hafakanlarımız gölgene sığınmakla diner ve böylece hayatın hiç kimseye nasip olmayan tadını ve varlığın bitmeyen zevkli maceralarını hep Seninle duyardık. Senin göklere bağlı hayat sergüzeştinde okurduk imanın yenilmez gücünü, Müslümanlığın kahramanlık olduğunu, doğruluğun paha biçilmez kıymetler ihtiva ettiğini, iffet ve ismetin meleklerinkine denk insan tabiatının bir buudu hâline geldiğini…

Sendin gökler ötesi sırları, verâlardan akıp gelen ışıkları, dünya-ukbâ arasındaki münasebetleri; insanların emellerini, isteklerini, ihtiyaçlarını ve bütün bu hususlardaki beklentilere vaad edilen ebediyetleri söyleyen. Mesajların gelip kulaklarımıza çarparken Seni aramızda hissediyor, beynimizin duyma merkezlerinde sesini duyar gibi oluyor, basiretlerimizle o ışıktan hayatının nuranî karelerini temâşâ ediyor ve bütün bir varlığı kendine has muhtevasıyla Sende görüp Sende okuyorduk. Senin terbiyen, Senin üslûbun ve Senin sisteminle yetişmiş olan nesiller yıllar ve yıllar boyu, Senden duydukları, Senden dinledikleri, Senden aldıkları o mesajların en renkli, en cazip, en derin ve en çarpıcılarıyla hep ra’şelerle ürperip heyecandan heyecana girdi; Seninle alâkaları ölçüsünde imanları iz’an ufkuna erişti, muhabbetleri çağlayanlara dönüştü ve en engin bir aşk u şevk tufanıyla gidip ta ruhanîlere ulaştılar.

Asırlar ve asırlar boyu ard arda gelen nesillerin, Seni bu ölçüde duyup sevmeleri, varlığını ve varlığının gayesi sayılan mesajını bu çerçevede hissetmeleri için kim bilir ne kadar cehdler, ne kadar gayretler sarf etmişlerdi.! Ne beyin fırtınaları yaşanmış ve ne zahmetlere katlanmışlardı.! Ama, mevsimi gelince bunların hepsi semere vermişti.. ve artık her işte, her gönülde Sen vardın ve Seninle geçen her dakika, her saniye âdeta bir eşref saatti. Sürekli başımızdan aşağıya dökülen ışıkların ruhlarımıza akıyor ve benliğimize neler ve neler duyuruyordu! Sen, arkandakilere mutluluklar vaad ediyor, onların ebedî saadet isteklerini cevaplıyordun; onlar da, daha aydınlık günlerin ileride olduğu/olacağı mülâhazasıyla her an daha da şahlanıyor ve Senin arkanda bulunma sevinciyle âdeta yeni bir Asr-ı Saadet yaşıyorlardı.

Biz insanlar, ta yaratılırken, âciz, fakir, ihtiyaç içinde ve bir sürü beklentinin çocukları olarak yaratılmıştık: Gönül huzuru bekliyor, dünyevî-uhrevî saadet hülyalarıyla yatıp kalkıyor, ebediyet ve ebedî mutluluk rüyaları görüyor ve hep boyumuzu aşkın şeylerin peşinden koşuyorduk; Seninle ve Senin ışıktan mesajlarınla beklentilerimizin üstünde ihsanlara nail olduk; Sen gelmeden ölüler gibiydik, risaletinle sûr sesi almış gibi dirilip doğrulduk.

Dün Sen içimizdeydin ve günlerimiz gündü; o aydınlık günler tamamen yok olmasa da, bugün büyük ölçüde renk attı ve soldu. Hüznümüz Yakub’un hüznüne denk, ümitlerimiz de onunki kadar; hepimiz, çok yakın bir gelecekte yeniden ufkumuzda tulû edeceğin o aydınlık günlerin hülyalarıyla yaşıyor, bize vaad edilen avdetinin heyecanıyla sabahlıyor ve akşamlıyoruz. Vilâdetin her sene bize bunları çağrıştırıyor, biz de kâse kâse ümitten iksirler içmiş gibi oluyor ve Seni bu çağın insanlarına bahşeden Rahmeti Sonsuz’a nasıl şükredeceğimizi bilemiyoruz…

Yakın geçmişte Senden kopup ayrılanların çoğu zayi olup gitti. Gidenler kendilerine yazıklar etti. Hepimizin belli ölçüde bir kopukluk yaşadığı muhakkaktı; ne var ki, herkesin Senden uzaklaşması farklı farklıydı ve kaybetmeler de o çerçevede cereyan ediyordu. Şimdilerde geç de olsa, böyle bir ayrılıktan pişmanlık duyduğumuzu ifade ediyor ve Senin anne kucaklarından daha sıcak bağrına dönmek istiyoruz. Yüzümüz yok, hicap içindeyiz; Hak katındaki nazının geçerliliğine de ümitlerimiz tam. Keşke ne seviyede olursa olsun Senden hiç kopmasaydık; kopmasaydık da, Senden, Senin dünyandan akıp gelen ışıklardan ve ruhlarımıza boşalan mânâlardan hiç mahrum kalmasaydık; Seni o inandırıcı çehrenle içlerimizde hep taptaze ve dipdiri duyabilseydik..! Heyhât! Farkına vararak veya varmayarak bir kere koptuk Senden.. uzaklaştık kendimizden. Değişik kurtuluş yolları, yöntemleri peşinde koşup durduğumuz şu anda, keşke bir de yitirdiğimiz şeyleri düşünebilseydik.! Ne gezer; bir kere daha Hârût ve Mârût’un oyununa gelmiş ve bir kere daha Mefisto’ya yenik düşmüştük. Oysaki bizim, Senin gölgenin üzerimizde olduğu ve şeytanlara meydan okuduğumuz günlerimiz, haftalarımız, aylarımız, yıllarımız vardı. Çevre hazanla inlerken günler de geceler de bizde hep bahardı. Yıllarımızı, aylarımızı, günlerimizi çaldılar ve bizi birer zamanzede hâline getirdiler. Şimdilerde oturmuş “Karanlığın son serhaddi, fecrin en sadık emaresidir.” diyor ve bu zifiri karanlıkların yırtılacağı eşref saatleri bekliyoruz.

 

165. Nağme: Müfettihu’l-ebvâb, Diriliş ve Bayram

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli arkadaşlar,

Seyyid Muhammed Şemsî hazretlerinin şu sözündeki güzelliğe bakar mısınız:

“Bir kapıyı bend ederse bin kapı eyler küşâd
Hazret-i Allah, efendi, müfettihü’l-ebvâbdır!”

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi en son çay faslında bu sözün çağrıştırdığı enfes hakikatleri dile getirdi. Sohbetin 9 dakikalık o kısmını hiç bekletmeden neşrediyoruz.

Dualarınız istirhamıyla..

164. Nağme: Zaman’a Tebrikler.. Namazda Hıçkırıklar.. ve Ulaşacak Mektuplar

Herkul | | HERKUL NAGME

Kıymetli Arkadaşlar,

Muhterem Hocamızın secdedeki hıçkırıklarının en arka saflardan duyulduğu ve cemaatten ağlayan insanların adeta hüzün bestesine ses kattıkları bir öğle namazından sonra odalarımıza çekilir çekilmez yazıyorum bu satırları.

Öncelikle millet, ümmet ve insanlık için ağlayan, bizim için gözyaşı döken Büyüğümüzün duygu ve düşüncelerini muhtaçlara gereğince ulaştıramadığımız hisleriyle dolu olduğumuz şu dakikada bir hatıra nakletmek istiyorum:

Konyalı Vehbi Efendi, Hazreti Üstad’ı işitmiş ama -kendi ifadesiyle- “Bir hoca işte.. bazı şeyler de yazıyormuş.” demiş; kendisi de büyük müfessir olan bu zat bir müddet Risaleleri okuma ihtiyacı hiç duymamış.

Bir gece yarısı kapısı çalınmış. Daha çok mahallede bir cenaze olduğunda o vakitte gelen olurmuş. Heyecanla kapıya koşmuş. Bakmış ki, eşikte soğuktan adeta donmak üzere olan yaşlı bir adam, hemen sormuş: “Hayırdır amca bu saatte bir yaramazlık yoktur inşaAllah?!.” demiş. Adamcağız, “Konyalı Vehbi Efendi siz misiniz?” diye soruya soruyla karşılık vermiş. “Evet, hayırdır inşaAllah!” sözü üzerine, “Efendim, ben Barla’dan geliyorum. Üstadım Said Nursî hazretleri birkaç sayfacık risale yazmıştı. Ben malumatı az bir köylüyüm; okudum, istifade ettim ama bu güzel eser bende kalırsa yazık olacak. Sizin şöhretinizi duydum, dinî ilimlerde mahir olduğunuzu öğrendim; şayet cevher sarrafın eline geçerse asıl değerini bulur; o risaleyi size hediye etmek için geldim!”

Yaşlı adam bunları söylerken bir taraftan da koynundaki risaleyi çıkarıp uzatmış. Vehbi Efendi hazretleri hayretle elindeki kağıtlara bakarken “Amca, sen nereden geldin? Nasıl geldin? Burada ne işin vardı? Bu saatte ne yapacaksın?” gibi bir sürü soruyu sıralamış. Pir-i fâni demiş ki: “Oğul Barla’dan şimdi geliyorum, şu eşeğin sırtında saatlerdir yollardayım, bu karda kışta dağı tepeyi bu hayvancıkla aştım. Burada başka işim de yoktur. Bu eseri seninle buluşturmaktır tek muradım. Şayet kabul buyurursan, Allah’a hamd u sena edecek, hemen geriye dönecek ve Üstadıma “Ben yeterince istifade edememiş olabilirim ama cevheri sarrafına teslim ettim” diyeceğim!”

Konyalı Vehbi Efendi, bu sözler üzerine konuşacak derman bile bulamamış, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış, odasına varıp seccadeye kapanmış; “Allahım belki bu eserleri herkes yazabilir ama bu adam her mürşidin önünde yetişmez.” demiş ve ondan sonra Risalelerden istifade etmiş/ettirmiş.

Aziz dostlar,

Seleflerimiz bir tek mektubu yerine ulaştırmak için at, eşek sırtında günlerce yol kat etmişler. Sadece bir talebe Suriye ve Irak’a gide gele iman hakikatlerini muhtevi binlerce mektup taşımış.

Bugün bizim saatlerce yolculuk yapmamıza lüzum yok. Şu bilgisayardan “send/gönder” tuşuna bastığım an dünyanın en ücra köşesindeki insana bir sohbeti, bir cümleyi, bir mesajı ve bir gazeteyi en fazla 17 saniye sonra elinde olacak şekilde gönderebiliyorum.

Allah bu imkanları vermişken onu değerlendirmemek ve mefkure adına kullanmamak ne kadar büyük nankörlük olur!

Zaman gazetesinin bir milyon trajı geçtiğini öğrenince bunları hatırladım. Her bir Zaman gönüllüsü o yaşlı amca gibi geldi gözümün önüne. Onların dertlerinin sadece bir gazete abonesi olmadığını, yüce hakikatleri muhtaçlarla buluşturma niyetlerini ve her aboneyle “Allahım, ben istifade eder ya da edemem ama bir müstaid ruha daha ulaştırdım” düşüncelerini hatırladım. Hem Zaman çalışanlarının hem de gönüllülerinin bir milyon kere tebriği/teşekkürü hak ettikleri mülahazasıyla bu satırları karaladım.

Herkes gazete alabilir, bir gazeteyi okuyabilir ama “Bir milyonu aştık” diye şükür sözleriyle ağlayan bir okur ancak Zaman gibi çok az cerideye nasip olur.

Tebrikler Zaman’a ve onun fedâkar okurlarına…

***

Bu nağmeye gelince..

Geçen ikindi namazı sonrasına ait 11:46 dakikalık bu hasbihalde muhterem Hocamız kamp günlerinden günümüze Cenâb-ı Hakk’ın yolları nasıl açtığını anlatıyor; kalb ve ruh dilinin gücünü dile getiriyor.

Hürmetle..

 

163. Nağme: Dünyanın En Tesirli 500 Müslümanı

Herkul | | HERKUL NAGME

Sevgili dostlar,

Malumunuz olduğu üzere, geçtiğimiz günlerde “Dünyanın En Etkili 500 Müslümanı” adı altında bir liste yayınlandı. Bir misafirimiz namaz sonrasında muhterem Hocamıza bu listeden bahsetti.

M. Fethullah Gülen Hocaefendi, öncelikle -şayet bir faydası varsa- böyle bir listede ülkemizden daha fazla insana yer verilmesi gerektiğine işaret edip, adının anılmasını hak eden çok kıymetli fikir, sanat, siyaset, spor ve iş adamlarımız bulunduğunu söyledi. Ezcümle, cumhurbaşkanımız sayın Abdullah Gül’ün ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Hocamızın Müslümanlar üzerinde emsallerinden çok daha tesirli olduklarına inandığını vurguladı.

13:33 dakikalık bugünkü nağmemizde muhterem Hocamızın o liste üzerine dile getirdiği duygu ve düşüncelerinin bir bölümünü paylaşıyoruz.

Hürmetlerimizle..

 

Zekat, Sadaka ve Dua

Herkul | | HERKULDEN BIR DEMET HADIS

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
حَصِّنوُا أَمْوَالَكُمْ بِالزَّكَاةِ
وَدَاوَوْا مَرْضَاكُمْ بِالصَّدَقَةِ
وَأَعِدُّوا لِلْبَلاَءِ اَلدُّعَاءَ

* * *

Sâbıkûn-u Evvelûn’dan (Sahabe-i Kiram’ın ilklerinden)
Hz. Abdullah b. Mesud (radıyallahu anh),
İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in
şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Zekatını vermek suretiyle mallarınızı
koruyup takviye edin..
hastalarınızın tedavisinde sadakanın
belaları defediciliğini değerlendirin..
bela ve musibetlere karşı da her zaman
Allah’a duaya yönelin!.”

(Mecmeu`z-Zevâid, 3,63; Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, 10,128)

Zekat, Sadaka ve Dua

Zekat, Arapça’dan geldiği temizlik manasındaki kök itibariyle malın temizleyicisi ve onun kirlerini arındırıcısı olarak nitelendirilmiştir. Yine zekat kişinin malının haramlığını gideren ve onu helal kılan olarak tavsif edilmiştir. Çünkü ayet ve hadislerde, zenginin malından, Allah’ın vermesini istediği zekat, zenginin malı değil fakirin hakkı olarak bildirilmiştir. Belki de Allah Teâlâ, zengin kimse o malı sırf fakire versin ve bu sebeple hem dünyada bereket bulsun hem de ahirette sevap ve karşılığını görsün diye zengine nasip etmiştir.

Zekatın en alt sınırı kırkta bir olmakla birlikte üstü için bir sınır yoktur. İsteyen kimse, aile efradının bakımını ve iş giderlerini ihmal etmeyecek şekilde malının onda birini, beşte birini, yarısını, üçte ikisini ve hatta tamamına yakınını bağışlayabilir. Nitekim peygamberlerden sonra yeryüzünün en büyük iki kişisi; Hz. Ebu Bekir Efendimiz malının tamamını, Hz. Ömer efendimiz de tamamını yakınını, Allah yolunda bağışlamışlardır. Aşere-i Mübeşşere’den Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman b. Avf gibi zatlar ve ashab-ı güzinden daha pek çok kimse Mallarının büyük çoğunluğunu Allah yolunda infak ederek -ayetin ifadesiyle- ahiretlerini satın almışlardır.

إِنَّ اللهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

“Allah, karşılık olarak cenneti vermek suretiyle müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.” (Tevbe Suresi, 111)

Sadaka ise geldiği kaynak itibariyle sadakat manası taşımaktadır. Bu sebeple Allah dostları sadece zekat vermekle yetinmemiş, bunun dışında bol bol sadaka vermişlerdir. Çünkü onlara göre sadaka, Allah’a sadakatin alamet ve nişanesi sayılmıştır. Diğer hadis-i şeirflerde geçtiği üzere sadaka vermek ve sıla-i rahimde bulunmak (akraba ve yakınları ziyaret etmek) bela ve musibetleri defedip ömrü uzatır, insanın malına bereket verir. Hastalık ve kazalara karşı bir paratoner vazifesi görür.

Sadaka sadece maddi bir yardım değildir. İnsanların gelip geçtiği yollarda onlara eziyet veren maddeleri kaldırmak, insanlara dinlenebilecekleri yerler ve su içebilecekleri çeşmeler yaptırmak, insanlara tebessüm edip onların hal ve hatırını sormak, onların dertleriyle dertlenip çareler aramak da dinimizde sadaka olarak kabul edilmiştir. Belki de yerine göre, sadakanın bu türleri sadece maddi infak anlamı taşıyanlardan üstündür. Mesela kırık bir kalbi ferahlandırmak dinimizde çok kıymetlidir. Çünkü Allah, kalbi kırıklarladır ve onların duası kabule yakındır.

Mü’minin hayatındaki diğer önemli bir husus ise duadır. Allah Rasulü (aleyhissalatü veseelam):

اَلدُّعَاءُ مُخُّ اْلعِبَادَةِ

“Dua ibadetin özüdür.” buyurmuşlardır. Dua kulluğun omuriliği mesabesinde kabul edilmiş ve bütün Hak dostları duaya büyük bir ehemmiyet vermiştir. Bir hadis-i şerifte ise daha bela ve musibetler gelmeden, yani kişi bolluk ve rahat halinde iken yapılan duaların Allah katında makbuliyetine işaret edilmiştir çünkü bu kimse zenginlik ve rahat halinde şımarıp gaflete düşmemiş, bilakis Allah’a olan dua ve yakarışlarını artırarak kulluğunu sergilemiştir. Bazen de sıkıntı anlarında yapılan dualar hemen icabet görmüştür. Çünkü her taraftan ümit kesik vaziyette yalnızca Allah’a yönelmiş bir kalb için nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyet inkişaf etmekte ve onun duası vasıtası Allah’a yükselmektedir. Netice olarak ister bolluk isterse sıkıntı anında yapılan dualar ahval ve şartlara göre birbirinden kıymetli olabilmekte ve bela ve musibetlere kalkan vazifesi görmektedir.

Sözümüzü, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in lâl-ü güher beyanıyla noktalayıp taçlandıralım: “Sizden kime dua kapısı açılmışsa, ona pek çok hayır kapısı açılmış demektir.”

اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ و بَارِكْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِه وَأَصْحَابِهِ أَجْمَعِينْ
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

 

 

 

 

162. Nağme: Yine Acı Haber, Yine Cenaze Namazının Gıyâbîsi

Herkul | | HERKUL NAGME

Şerafettin Kocaman Ağabey’in Ardından Hocaefendi’nin Gözyaşları

Kıymetli Arkadaşlar,

Kederliyiz!.. Hüzünlü gurbette bir vefat haberinin acısıyla daha yüreklerimiz burkuldu; bu sabah da değerli insan Şerafettin Kocaman Beyefendi’nin Hakk’a yürüdüğünü öğrendik.

Bir kere daha “Hiç olmazsa gıyâbî namaz kılıp dua edelim” diyen muhterem Hocamız ikindi tesbihatının akabinde cenaze namazı kıldırdı. Bu nağmede o esnada kaydettiğimiz görüntüyü ve namaz sonrasındaki hasbihali bulacaksınız.

M. Fethullah Gülen Hocaefendi, 12:33 dakikalık bu sesli ve görüntülü kayıtta merhum Şerafettin Ağabey ile tanışıklığını, hatıralarını, ölüme dair mülahazalarını ve vatan toprağında ölme arzusunu dile getiriyor.

Bu vesileyle, merhum Şerafettin Kocaman Ağabeyimize Mevlâ-yı Müteal’den sonsuz rahmet ve mağfiret diliyor, bütün aile fertlerine, yakınlarına ve dostlarına sabr-ı cemil niyaz ediyor; bu nağmenin o kıymetli insan için duaya vesile olmasını umuyoruz.

Ayrıca, bu nağmenin son kısmına da dikkatle kulak verilmesi gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Muhterem Hocamız şu manadaki duygularını seslendiriyor: “Yaşar Hoca ve Hacı Kemal gibi çok değer atfettiğim bazı böyle güzel insanlar öldüğünde aklımdan geçmiyor değil: “Onların yerine keşke ben ölseydim!” Neyse bundan sonra da böyle şeyleri çok taşıyacak gibi değilim. Bir şiddetli fırtına birilerini önüne katıp götürünce, kim bilir belki de kalbim durur. Çok taşıyacak durumum yok.. Cenâb-ı Hak vatan toprağında nasip etsin. Benim vatana, toprağına karşı delice bir iştiyakım var. Hizmet öyle olmayı gerektirmeseydi bir dakika durmazdım burada. Ama çoklarının, binde dokuz yüz doksan dokuzun aklının ermeyeceği, eremeyeceği şekilde hizmetin bunda olduğuna inanıyorum.. binde dokuz yüz doksan dokuzun aklının eremeyeceği şekilde…”

Hürmetle…