Yenilenme Ruhu ve İlâhî İnayet

Yenilenme Ruhu ve İlâhî İnayet
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Dinî duygu ve düşüncede yenilenme sevdalısı insanların belirgin özellikleri nelerdir?

Cevap: Yıllardır Müslümanların yaşadığı coğrafyada ruhî hayatın büyük ölçüde söndürülmesi, aşk u vecdin bütün bütün unutturulup gönüllerin diline zincir vurulması, düşünen ve okuyan aydınların gidip kaskatı bir pozitivizme aborde olmaları, salâbet ve hakta sebat yerine kaba softalığın ikâme edilmesi; hatta ahiret ve Cennet istenirken bile, dünyada alışılagelen mutluluğun devamı mülâhazasıyla istenmesi gibi pek çok tahribâtı onarma cehdi ortaya koymadan, çarpık düşünce ve telakkileri tashih etmeden toplum olarak ruhta ve manada dirilmemiz mümkün değildir.

Tabii ki, son birkaç asırdan beri ruhlarımızı saran levsiyat Allah’ın izni ve inayetiyle sökülüp atılabilir. Ne var ki, öncelikle milletçe çöküntü ve çözülmelerimizin gerçek sebep ve sâikleri sayılan ihtiras, tembellik, şöhret arzusu, makam sevgisi, bencillik ve dünyaperestlik gibi his ve duygulardan sıyrılmamız; sonra da İslâm’ın özü ve hakikati olan istiğna, cesaret, mahviyet, diğergâmlık, ruhanîlik ve rabbanîlik ruhuyla hakka yönelmemiz ve gönüllerimizi hak duygusuyla arıtıp şekillendirmemiz gerekmektedir. İşte bu anlayışla işe koyulmadan ve ona muvafık bir gayretle çalışıp çabalamadan düze çıkmamız imkânsızlık ölçüsünde zor demektir. Bununla beraber, eğer içimizde, öze sadık kalmanın yanı sıra çağı da kucaklayabilecek tecdid ve ıslah iradesine sahip bir kısım yiğitler varsa –ki vardır– bu tamir ve yenilenme mutlaka gerçekleşecektir.

Göz Açıp Kapayıncaya Kadar Dahi Olsa

Bir misal olması açısından, kendisine Hüccetü’l-İslâm denilen İmam Gazzalî’nin hayatına bu perspektiften bakabilirsiniz. O, öncelikle ilm-i zahirde yüksek bir ufku yakalamıştır. Öyle ki, kendi dönemi itibarıyla ulaşılabilecek bütün kaynak eserlere ulaşmış, kütüphaneler dolusu kitabı hallaç etmiş ve neticede daha sonraki nesillere çok bereketli eserler bırakmıştır. Zaten yetiştiği dönem olan beşinci asır, bir açıdan, bizim rönesansımızın zirveye ulaştığı bereketli bir çağdır. İşte İmam Gazzalî zahirî ilimlerde zirveleri tuttuktan sonra o ilimlerin dar kalıpları içine sıkışıp kalmamış, onlara ayrı bir kıymet ve derinlik kazandıran rabbanilik ve ruhanilik ufkuna yönelmiştir. Zira ona göre manevî ve metafizik buudu olmadığı takdirde âlimlerin kitaplarda söyledikleri sözler, nazarînin ötesine geçmemektedir. Hakikat bilgisine ulaşılması nazarînin amelîye çevrilmesi ve kalb ufkunda yaşanan bir hayat tecrübesiyle mümkündür. Dolayısıyla kalb ve ruh yörüngesinde bir hayat yasayanlar diğer ilim ehline göre kırılma ve dökülmelere daha az maruz kalmaktadırlar.

İşte kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselen, nefsî arzularından sıyrılan, kendinde fena bulup Allah’ta bakî olan bir insanı, rahmet-i ilâhînin, düşüncelerinde, mülahazalarında ve hissiyatında kendisiyle baş başa bırakması düşünülemez. Evet, göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa, Allah bu tür insanları nefisleriyle baş başa bırakıp yanlışlığa kaymalarına müsaade etmez.

Bildiğiniz gibi Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem);

يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ أَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَلَا تَكِلْنِي إِلَى نَفْسِي طَرْفَةَ عَيْنٍ

Yâ Hayyu, yâ Kayyûm! Rahmetin hürmetine Senden yardım diliyorum; her hâlimi ıslah buyur ve göz açıp kapayıncaya kadar olsun beni nefsimle baş başa bırakma!” (en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 6/147; el-Bezzâr, el-Müsned 13/49) duasını ümmetine bir hedef olarak talim buyurmuştur. Efendiler Efendisi’nin dualarını kendilerine en yüksek hedef olarak belirleyen ve o istikamette cehd u gayret içinde bulunan ıslah erleri de Allah’ın izni ve inayetiyle hep maiyyet-i ilâhiyenin nurdan tayfları altında yol almışlardır.

Cenâb-ı Hak, Hiçbir Emeği Zayi Etmez

Bu itibarla denilebilir ki asırlara damgasını vurmuş bu büyüklerin içtihat, istinbat ve tecdit mülahazalarını Cenâb-ı Hak onların içine ilka etmiştir. İsmail Hakkı Bursevî’nin Netâic’ine bakacak olursanız onun, “Sabah vakti kalbime şöyle tulû etti; içime şöyle geldi.” gibi sözlerine şahit olursunuz. Bu ifadelerden anlaşılıyor ki Cenâb-ı Hak, bu büyük zatların yollarını aydınlatıyor ve önlerini açıyor, böylece onlar da her şeyi doğru görüp doğru yorumluyorlar. Sonra da zamanın şartlarına, toplumun karakterine ve sahip oldukları  vazifeye göre yapılması gerekli olan işleri yapıyorlar.

Cenâb-ı Hak, Zilzâl Sûre-i Celilesi’nde:

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

“Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlemişse mutlaka onun karşılığını görür; kim de zerre ağırlığınca bir şer irtikâp etmişse mutlaka onun karşılığını görür.” (Zilzâl sûresi, 99/7-8) buyuruyor. Bu âyet-i kerimenin mânâsını, sadece “insanın burada işlediği iyilik ve kötülüklerin karşılığını ahirette alması” şeklinde anlamak eksik olur. Kanaatimce konuya şöyle bakmak gerekir: Atom ağırlığınca bile olsa yapılan iyilik ve kötülüklerin karşılığı belli ölçüde dünyada da görülecektir. Zerre ağırlığı kadar küçük hayırların bile karşılığı görülecekse şayet, mefkûre uğrunda, küre-i arz ağırlığında yapılan hayırların karşılığı öncelikle görülecek, çok defa ilahi inayet şeklinde tecelli edecek, demektir.

Bu açıdan Cenâb-ı Hakk’ın, himmeti milleti olan, kendisini insanların dirilişine adayan, şahsî zevklerinden fedakârlıkta bulunup hiçbir şekilde kendi ikbal ve istikbalini düşünmeyen bir ihya erini kendi nefsiyle baş başa bırakması düşünülemez! Allah (celle celâluhû) kim bilir bazen açıktan açığa, bazen da şahsın hiç farkına varmayacağı şekilde onu sevk-i ilâhî ve insiyaklarla yönlendirir. İşte böyle bir diriliş kahramanı ne kadar dolambaçlı yollara girerse girsin, hangi derin vadilerde dolaşırsa dolaşsın, Allah’ın izni ve inayetiyle hep doğru yolda yürümeye devam eder.

Allah tarafından ufukları açılan bu tür hakikat kahramanları kimi zaman daha işin başında her şeyi ayan beyan o kadar net bir şekilde görürler ki karşılaştıkları hâdise ve problemler karşısında hemen çok rahat,

فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا الضَّلَالُ

“Hakkın ötesinde ancak dalâlet vardır.” (Yûnus Sûresi, 10/32) deyip doğruyu işaret eder, hakikati seslendirirler. Kimi zaman da karşılaştıkları hâdisenin muğlaklığı ve müphemliği karşısında, “Allah’ım sadece Senin rızanı diliyor, bu insanların Sana yönelmesi için rızana en muvafık tercih ne ise beni ona muvaffak kılmanı istiyorum.” diyerek samimiyet, ihlas ve gayretle O’na sığınırlar. Neticede onlar, Allah’ın izniyle doğruyu görür, doğruyu seslendirir ve insanları doğru yola yönlendirirler.

Hiç Kimse O Kapıdan Eli Boş Dönmemiştir

Eğer siz sürekli dualarınızda, “Allah’ım! Dayanamayacağım, güç yetiremeyeceğim musibet ve belalar karşısında Senin kapının tokmağına dokunuyor ve ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ diyorum. Allah’ım! Hata ve günahların ağır baskılarından kurtulma hatta tasavvur ve tahayyüllerimin kirlenmesi karşısında tertemiz bir hayat yaşayabilme adına yine Senin kapının tokmağına dokunuyor ve bir kere daha ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ talebinde bulunuyorum. Allah’ım! İnsanların dirilmeleri adına ortaya koyduğum bütün söz ve fiillerimde beni benimle baş başa bırakma! İrşad tecellilerini benim üzerimden hiçbir zaman eksik etme! Beni her daim doğru yola hidayet buyur! Bütün tavır ve davranışlarımda beni samimiyet ve ihlasla serfiraz kıl! Sazımın sözümün insanlara tesir etmesi için inayetini, görüp gözetmeni üzerimden eksik etme! Allah’ım! İrşad ve tebliğ yolunda mücadele ederken biliyorum ki ehl-i dalâlet beni rahat bırakmayacak; çok küçük şeyleri dahi bahane ederek üzerime gelecek. Onlardan gelecek her türlü belâ ve musibet karşısında eğilmeden, bükülmeden, kırılmadan, taviz vermeden dimdik ayakta durabilmek ve sadece Senin karşında eğilebilmek için yine Senin inayetine, koruyup kollamana sığınıyor, bir kere daha kapının tokmağına dokunuyor ve ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ diyorum. Allah’ım! Kalbimi duru tutamıyor ve hakkıyla hukukullaha riayet edemiyorum. Kalbimin, yarattığın günkü gibi dupduru olabilmesi adına tekrar Senin kapının tokmağına dokunuyor ve bir kez daha ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ diyorum.” şeklinde sadakat ve samimiyetinizi ortaya koyarsanız Cenâb-ı Hak sizin bu teveccüh ve yakarışlarınızı boş çevirmez; sizi içtihat, istinbat ve tercihlerinizde göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa nefsinizle baş başa bırakmaz.

Evet, eğer siz hayatınızı bu mülahazalara bağlı götürüyor, sabah-akşam hep O’nun kapısının tokmağına dokunuyor ve isteklerinizi birer dilekçe gibi hep o kapıya arz ediyorsanız, arz-ı hâlinizi duyan, bilen, gören Allah (celle celâluhû) mutlaka icabet edecek ve sizi asla karşılıksız bırakmayacaktır. Hak dostlarının yürekleri yakan o derin ve dokunaklı virdlerinde çok defa ifade edildiği gibi, şimdiye kadar O’nun kapısına gidenlerden hiç kimse eli boş dönmemiştir. Hata ve günahlar içinde düşe kalka yürüdükleri hâlde niceleri o kapının tokmağına dokunmuş, O’nun afv u mağfiretine sığınmış ve neticede O’nun rahmet, lütuf, ihsan ve inayetiyle sarılıp sarmalanmışlardır.

Hâsılı, Cenâb-ı Hak, fenâ fillah, beka billâh ve maallaha mazhar olamamış, ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn mertebelerinden geçerek Zât-ı Baht’a ulaşamamış, bu yolda ciddî bir sermayesi bulunmayan; fakat son derece samimî ve ihlâslı olan, sürekli “Allah’ım! İman-ı kâmil!” “Allah’ım! İslâm-ı etemm!” “Allah’ım! İhlâs-ı tam!” “Allah’ım! Samimiyet!” diyerek Allah’a teveccüh eden ve tam bir sadakatle o kapının tokmağına dokunan tamir, ıslah ve tecdit yolcularını yalnız bırakmamış; ilahi koruma, görüp gözetme ve kollamasıyla onları hep muhafaza altına almıştır.